BLOGGER TEMPLATES AND TWITTER BACKGROUNDS »

11 Temmuz 2010 Pazar

Yine öyle bir akşamüstü saati işte...
Ben yine olay yerindeyim
Hergün yüzlerce kelimeyi katlettiğim, kanattığım yerde...

Aklımın odalarında parmak ucunda yürüyorum
Elimde yine cinayet aletim, kalemim...
Az önce bir "seni seviyorum"un önünden geçtim
Bilekleri kesikler içinde, intihar müptelası bir "seni seviyorum"un...
Bütün kelimeler yardım için sağa sola koşuştururken
bir kapının eşiğinden bakıp kıs kıs gülen "ben de seni"yi gördüm...
Neye güldüğünü sordum merakla, "seni seviyorum"a dedi...
Kan beynime sıçramıştı, yakasına yapıştığım gibi göz göze geldik, irkildim !

O gerçek "seni seviyorum" değil dedi, şaşırdım...
O, ben yokum diye intihar eden "ben de seni"ye muhtaç
"seni seviyorum" kılığındaki "pazarlıkçı aşk(!)" dedi
İnanmak istemiyordum, omzuma dokundu ve -izle- dedi...
Kelimelerin arasından sıyrıla sıyrıla "pazarlıkçı aşk(!)" olduğunu söylediği
ölmek üzere olan zavallı "seni seviyorum"un yanına gitti...
Nefesimi tutmuş, olacakları bekliyordum...
ve tam da o anda hiç beklemediğim bir şey oldu;
"ben de seni"nin -ben geldim- demesiyle
az önce bilekleri kesikler içerisinde can çekişen "seni seviyorum"
şey pardon "pazarlıkçı aşk(!)" sanki hiçbir şeyi yokmuşçasına zımba gibi ayağa kalktı...
"ben de seni"yi öpücüklere boğuyor ve gülücükler saçıyordu
Bileklerinin kesiği iyileşmiş, ölmeye de hiç niyeti yoktu...

Yaşadığım hayal kırıklığıyla kelimelerin arasında çöktüm kaldım...
Bunca yıldır "seni seviyorum" olarak tanıdığımın
aslında "pazarlıkçı aşk(!)" olduğunu öğrenmek beni yıkmıştı...
Kafamı kaldırdığımda sarmaş dolaş bir şekilde uzaklaşan
"ben de seni" ile "pazarlıkçı aşk(!)" ı gördüm...

Artık tükenmek üzere olan gücümü toplayıp bir nefeste seslendim :

--- Heyyy "ben de seni" ! peki ya "seni seviyorum"u nerede bulabilirim söyler misin ?
** Yanlış yerde arıyorsun evlat, burada bir ömür bulamazsın,
Aklından milyonlarca kelime geçer ama yüreğinde tek bir kelime ikamet eder...

ONU BULMAK İSTİYORSAN, AKLININ ODALARINI KİLİTLE,
"SENİ SEVİYORUM" YÜREĞİNİN FAKİRHANESİNDE...!

// K.N

Yine öyle bir akşamüstü saati işte...
Ben yine olay yerindeyim
Hergün yüzlerce kelimeyi katlettiğim, kanattığım yerde...

Aklımın odalarında parmak ucunda yürüyorum
Elimde yine cinayet aletim, kalemim...
Az önce bir "seni seviyorum"un önünden geçtim
Bilekleri kesikler içinde, intihar müptelası bir "seni seviyorum"un...
Bütün kelimeler yardım için sağa sola koşuştururken
bir kapının eşiğinden bakıp kıs kıs gülen "ben de seni"yi gördüm...
Neye güldüğünü sordum merakla, "seni seviyorum"a dedi...
Kan beynime sıçramıştı, yakasına yapıştığım gibi göz göze geldik, irkildim !

O gerçek "seni seviyorum" değil dedi, şaşırdım...
O, ben yokum diye intihar eden "ben de seni"ye muhtaç
"seni seviyorum" kılığındaki "pazarlıkçı aşk(!)" dedi
İnanmak istemiyordum, omzuma dokundu ve -izle- dedi...
Kelimelerin arasından sıyrıla sıyrıla "pazarlıkçı aşk(!)" olduğunu söylediği
ölmek üzere olan zavallı "seni seviyorum"un yanına gitti...
Nefesimi tutmuş, olacakları bekliyordum...
ve tam da o anda hiç beklemediğim bir şey oldu;
"ben de seni"nin -ben geldim- demesiyle
az önce bilekleri kesikler içerisinde can çekişen "seni seviyorum"
şey pardon "pazarlıkçı aşk(!)" sanki hiçbir şeyi yokmuşçasına zımba gibi ayağa kalktı...
"ben de seni"yi öpücüklere boğuyor ve gülücükler saçıyordu
Bileklerinin kesiği iyileşmiş, ölmeye de hiç niyeti yoktu...

Yaşadığım hayal kırıklığıyla kelimelerin arasında çöktüm kaldım...
Bunca yıldır "seni seviyorum" olarak tanıdığımın
aslında "pazarlıkçı aşk(!)" olduğunu öğrenmek beni yıkmıştı...
Kafamı kaldırdığımda sarmaş dolaş bir şekilde uzaklaşan
"ben de seni" ile "pazarlıkçı aşk(!)" ı gördüm...

Artık tükenmek üzere olan gücümü toplayıp bir nefeste seslendim :

--- Heyyy "ben de seni" ! peki ya "seni seviyorum"u nerede bulabilirim söyler misin ?
** Yanlış yerde arıyorsun evlat, burada bir ömür bulamazsın,
Aklından milyonlarca kelime geçer ama yüreğinde tek bir kelime ikamet eder...

ONU BULMAK İSTİYORSAN, AKLININ ODALARINI KİLİTLE,
"SENİ SEVİYORUM" YÜREĞİNİN FAKİRHANESİNDE...!

// K.N

Bir geceyi uğurlamak, karşılamaktır da bir sabahı
Bir sabah vakti sessizliğinde, seviyorum seni...
Ağlamanın eşiğinde, nemli bir çift göz gibi burada hava
Daha bir özlüyorum seni böyle zamanlarda...
Damla damla özlerken seni,
Bulutlara ağlayan meleklerin eşlik etmesiyle,
Boran olup çağlıyorum, senin yoluna...
Kapalı havalarda dizlerim değil ama
yüreğim sızlar benim hep
Seni merak ederim en çok, nasıl olduğunu...
Hiç istemedim yağmurlu bir güne uyanmanı,
dedim ya dizleri sızlamaz aşık olanın,
romatizması yüreğindedir, sevdiğinden uzakta...
Ve bu sabah yüreğim dayanılmaz derecede sızlıyor
Bulutların ardı karanlık, melekler de görünmüyor...
Gözlerim de nemlendi, biraz sağanak olacak sanırım...
Az önce kapıya çıktım, şöyle bir bakınayım diye
Gözyaşı sağanağı arasında kirpiklerin uçuşuyor kapının önünde
ne o, gözlerine sonbahar mı geldi sevgilim ?
Seni çok özledim,
Dur ! Ne olur ağlama,
yüreğim çok sızlıyor...


// K.N


Sevdiğim masallara ihanetti seni sevmek,
ya da sana ihanetti, masallara inanmak...
Bu gece ya seni öldüreceğim, ya annemi
Bir yalancı var hayatımda !
Uyuyan güzel sandım önce seni
öyle masum uyuyordun ki, kıyamadım uyandırmaya...
Oysa uyanmamalıydın ben öpene kadar
ben öpmeye kıyamadım, ama sen uyandın...

Sonra Rapunzel'e yordum saçlarının güzelliğini
yanına gelmem için uzatıyorsun sandım saçlarını
ve tutundum, hayata tutunur gibi...
Nereden bilirdim bir nefes kala sana,
saçlarını kökünden keseceğini...

Sonra Külkedisi'ydin kalbimdeki kıyafet balosunda
"La vie en Rose" çalsın istedim, pistin tam ortasında
Ölüme beş kala son dans olacaktı bu, oldu da !
Saat 00:00'ı vurdu
ve akrep, yelkovanla bir olup, on iki yerimden vurdu beni...
Geriye senin camdan ayakkabın değil,
benim paramparça yerlere saçılan camdan kalbim kaldı...
Şimdi seviniyorsundur seni bulamayacağım diye
Bilmiyorsun ki; bütün düşlerimde ayak izlerin var !
Kanlı ayak izlerin varken, senin camdan ayakkabını im arar ?

Şimdi önümde iki idam fermanı var,
biri annemin, diğeri senin...
Ve ben hükmümü verdim, annemi mutlu masallarda yaşatacağım...
Mührümü senin fermanına vuruyorum sevgilim...
Şimdi seç bakalım masal katili kadın;
Bir uyuyan güzel olup, uyku haplarıyla mı,
Rapunzel olup kestiğin saçlarında asılmayı mı,
yoksa Külkedisi olup camdan bir giyotinle başının vurulması mı ?
Ama HAYIR !
Bütün masal katillerine ibret olmalı senin ölümün,
seni bir cümlede öldüreceğim...

Bir varmış, hiç yokmuş
Zamanın "hiç'inde" bir kadın düşlere hapsolmuş !!!

K.N

AŞK MEKTUPLARI : Victor Hugo’dan Juliette Drouet’ye


31 aralık 1851

Bütün bu karanlık ve şiddet dolu günler boyunca harikuladeydiniz,Juliette’im.Sevgi istedim getirdiniz, sağ olun!Gizlendiğim yerlerde ,sürekli tehlikede beklemekle geçen gecelerin sonunda, kapımda parmaklarınızda titreyen anahtarın sesini duyduğumda,kötülükler ve karanlıklar yok oluyordu; içeriye ışık giriyordu! Çatışmalara ara verildiğinde yanı başımda olduğunuz o korkunç, ama müthiş tatlı saatleri asla unutmamalıyız. O küçük karanlık odayı, tavandan, duvarlardan sarkan o eski eşyayı, yan yana duran iki koltuğu, masanın bir köşesinde yediğimiz yemeği, getirmiş olduğunuz soğuk tavuğu yaşamımız boyunca unutmayalım; tatlı onuşmalarımızı, okşamalarınızı, kaygılarınızı, adanmışlığınızı hep anımsayalım. Beni sakin ve dingin gördüğünüze şaşırmıştınız.Bu sakinlik ve dinginlik nereden geliyor, biliyor musunuz?
Sizden…..

AŞK MEKTUPLARI : Franz Kafka’dan Milena Jesenska’ya




1922 dolayları

Hayır Milena,size yazmam için bir başka olanak daha yaratmanızı sizden bir kez daha rica ediyorum. Postaneye boşuna gitmemelisiniz, o küçük postacınız bile-kimdir o?- gitmemeli, hatta postacı kadına bile boş yere mektup sormamalısınız. Başka hiçbir olanak bulamıyorsanız duruma dayanmak zorundasınız, ama hiç değilse biraz çaba harcayın, yazmam için olanak yaratın.
Dün gece düşümde sizi gördüm. Ayrıntıları anımsayamıyorum, bildiğim tek şey birbirimizin içinde eriyip ağladığımız.Ben sizdim,sizse ben.Sonunda nasıl olduysa alev aldınız. Ateşin kumaşla söndürüleceği aklıma geldi, eski bir ceket alıp üzerinize vurmaya başladım. Ama bu kez görünümünüzde değişmeye başladı, değişti, değişti, sonunda artık görünmez oldunuz, bu kez ben yanıyordum, ceketle alevleri döven de bendim. Ama dövmemin bir yararı olmadı ve bu tür şeylerin yangını söndüremeyeceğine ilişkin eski korkumu doğruladı.
Bu arada itfaiyeciler geldi ve nasıl olduysa sizi kurtardılar. Ama eskisinden farklıydınız, hayalet gibiydiniz, karanlığa tebeşirle çizilmiş çizgilerden oluşuyordunuz sanki, sonra kollarıma yığıldınız, ölmüştünüz yada belki kurtarılmış olmanın verdiği sevinçten bayılmıştınız. Ama burada da şekil değiştirmenin belirsizliği devreye girdi,belkide birinin kollarına yığılan bendim…

AŞK MEKTUPLARI : Abélard & Héloise



Asağıdaki satırlar Fransız tarihinin en dramatik askının kahramanları şair, filozof Abélard ile ögrencisi Héloise’in birbirlerine yazdıklari mektuplardan alıntılanmıştır. 1079 yılında Nantes yakınlarında doğan Abélard gençliğinde felsefe ile ilgilenir. Eğitimini sürdürmek için Paris’e gider, dinbilim dersleri alir ve konusmalari ile Paris’i adeta fetheder. 37 yaşında iken 12. Yüzyılın sıradışı kadınlarından; egitimli ve güzel, Héloise ile tanışır. Héloise o sırada 15 yaşındadır. Felsefe eğitimi ile baslayan bu tanışıklık tutkulu bir aşka dönüşür ve Héloise 1118′de bir erkek çocuk doğurur. Gizlice evlenirler. Héloise evliligin Abélard’in filozof kisiligi ile bagdasmayacağını düsünmektedir. Héloise’in dayısı Fulbert gayrimesru çocuk dogurdugu gerekçesi ile çifte karşı son derece acımasız eleştirilerde bulunur ve onlari taciz eder. Abélard karısını Fulbert’ten korumak için bir manastıra gönderir. Karısını korusada, kendisini koruyamaz.
Fulbert bir iddiaya göre kendi elleri ile Abélard’i hadim eder. Abélard’in tüm eserleri mahkeme kararı ile yakılır. Abélard rahip, Héloise rahibe olmustur. Bir gün Héloise’in eline bir mektup geçer :


“Elin. elin degmis bu mektuba “satırı ile baslayan mektupla Abélard’a cevap yazar… Gerçekte 7 mektuptan oluşan bu aşkın öyküsünü Ronald Duncan oyunlastırır.


ABÉLARD VE HÉLOISE


Elin. . . elin degmis bu mektuba.
Tesekkür ederim; bana yazmamissin ama.
Asik oldugum elin. O aska susamisim.
Hakkim var o elin yazdigi mektubu açmaya.
………..

Çünkü askim ölümüm oldu benim.
Sairlik taslamiyorum.
Gerçek bu: Sen olmayan her sey için ölüyüm ben.
Her gün seni unutacagim diye yeminler ediyorum,
Sonra seni düsünürken kendime yakalanıyorum.
Zaaflarima kızıp köpürüyorum,
Sonra iyi ki zayıfım diye sükürler ediyorum.
* * *

Inkar etme beni, kendini, ya da bizi.
Yaz bana, gizli düsüncelerini ögreneyim.
Kıskanmaya gücün varsa,
Tek rakibin, öptügüm mektuplari kiskan.
Küçücük bir kus gibiyim.
Havam sensin es üstüme.
Küçücük bir balik gibiyim.
Suyum sensin ak üstüme.
Suskunlugun çöl olur bana.
Suskunlugunda bogulurum.
* * *

Tanrım! Nasil da gıpta ediyorum,
Sevgisi bizim gibi olmayanlarin mutluluguna.
Nasil da ugrastim kendimce sana kara çalmaya.
Aklimdan tüm kusurlarini tekrarladim durdum.
Bu da ise yaramadi.
Hatalarinda da sen vardin.
Onlari hatirlarken erdemlerin geliyordu aklima.
Filozof dedigin, lafin tek gerçeginin yine laf oldugunu iyi bilir.
Edebiyatin en iyisi bile küçücük bir yaprak kadar hayat dolu degildir.
* * *

Bu satirlari yazarak beni inciten elinden nefret ediyorum simdi.
En tembel adam bile bir tohum ekebilir,
Marifet bakmakta ektigin tohuma.
Baskalarinin maliysak eger tutkunun araci oluruz da,
Asla dillendiremeyiz onu.
Köpege tasma takmasan da,
Sadakati baglar onu sana.
Bilirsin ki isteyerek kalmaktadir yaninda.
Iste ben bu özgürlügü istiyordum…

AŞK MEKTUPLARI : Napolyon’dan Josephine’e


1797 baharı

Josephine’e,

Artık sizi semiyorum; tersine sizden nefret ediyorum. Bir cadısınız siz,tam anlamıyla yoldan çıkmış, tam anlamıyla ahmak,gerçek bir Sindirella’sınız. Bana hiç yazmıyorsunuz,kocanızı hiç mi sevmiyorsunuz? Mektuplarınızın ona ne kadar zevk verdiğini biliyorsunuz, ama yine de eliniz ona beş altı satır çiziktirmeye varmıyor!

Peki bütün gün ne yapıyorsunuz Madam?Sizi sadık sevgilinize yazmaya vakit bulmaktan alıkoyacak denli yaşamsal bir uğraş içinde misiniz?Hangi bağlılık ona vatt ettiğiniz sevgiyi, sevecen ve sürekli sevgiyi boğmanıza,bir kenara atmanıza neden olabilir ki? Her anınızı dolduran,günlerinizi yöneten ve ilginizi kocanıza adamanıza engel olan bu harikulade yeni aşık kim olabilir? Bakın,söylüyorum Josephine; güzel bir gece kapılar kırılacak ve karşınızda beni göreceksiniz.

Aslında sevgilim sizden haber alamamak beni kaygılandırıyor, yüreğimi coşku ve sevinçle dolduran o güzel sözlerden oluşan dört sayfalık bir mektup yazın bana hemen.

Çok yakında sizi kollarıma almayı,sizi ekvator güneşi gibi kavurucu bir milyon buseye boğmayı ümit ediyorum…

AŞK MEKTUPLARI : Wolfgang Amadeus Mozart’tan karısı Constanze’ye

Mainz
17 ekim 1790

Not. Son sayfayı yazarken, kağıdın üzerine birbiri ardına gözyaşları düşmeye başladı.


Ama neşelenmeliyim-yakala!-şaşırtıcı sayıda öpücük uçuyor havada. Şeytan!Havada kaynıyorlar!Ha!Ha!…Üçünü yakaladım.Harikulade lezzetliler! Bu mektuba yanıt verebilirsin, ama mektubunu Linz Postanesi’ne göndermelisin. En güvenli yol bu. Regensburg’a gidip gitmeyeceğimi henüz tam olarak bilmediğimden, sana kesin birşey söyleyemiyorum. Zarfın üzerine, gelinip alınıncaya dek mektubun bekletilmesini yaz. Adieu. Çok sevgili, sevgililerin sevgilisi minik karım. Sağlığına dikkat et; kasabada dolaşmayı aklından geçirme. Lütfen yaz ve yeni yerimizi nasıl bulduğunu anlat bana,Adieu.


Seni milyonlarca kez öpüyorum…

AŞK MEKTUPLARI : Weimar

Weimar,
28 Haziran 1794


İşte size, iyi karşılayacağınızı umarak “Reinecke Fuchs” adlı maskarayı yolluyorum, sevgili dostum. Yaşadığımız dönemde de böylesine kişilerin yalnız saraylarda değil, tüm demokrasilerde de ne kadar tutunduklarını bildiğim için bunların dedelerinin dedelerini bulup ortaya çıkarmak ve onu yakından tanıtmak hiç de fena olmayacak gibime geldi.-
Fichte’nin felsefe ile ilgili yazılarını yollamıyorum, bu yazılarda hangi konulara değindiğini öğrenmek isterseniz bunları, sözlü olarak açıklanırken dinlemeniz gerekir. – Fichte’nin yakınımda olması beni sevindiriyor; bu yakınlıktan faydalandığım da oluyor. – Onunla karşılıklı konuşmanın ise ayrı bir zevki var. İnsan zekasını felsefe ile bağdaştırmayı vaad ettiğine göre ona ne kadar ilgi göstersek yeridir.
Allaha emanet olun ve beni hatırdan çıkarmayın. Gustel iyidir, keyfi ve sağlığı yerinde. Bana iyi dileklerde bulunurken, onu da unutmayın!
Şunu da söyleyeyim ki, Schiller, son zamanlarda, biz Weimar’lılara karşı daha iyi, daha yakın davranıyor. Buna seviniyor onunla beraber olmaktan çok iyi şeyler umuyor, bekliyorum. Allaha emanet olun. Aramıza katılın da, elde etmiş olduklarımızın ve edeceklerimizin tadını birlikte çıkaralım.


(Seçme Mektuplar II, Kültür Bakanlığı 1976)

AŞK MEKTUPLARI : Frida Kahlo-Diego Rivera

"gecelerim,çarpan kocaman bir yürek gibi.


saat üç buçuk.


gecelerim aysız.

gecelerim,pencerelerden süzülen gri ışığa gözünü kırpmadan bakıyor.

gecelerim ağlıyor,yastığım nemli ve soğuk.

gecelerim uzun,upuzun ve sürekli belirsiz bir sona doğru uzuyor.

gecelerim beni senin yokluğuna itiyor.

seni arıyorum,yanımdaki dev bedenini,soluğunu,kokunu arıyorum.

gecelerim, boşluk yanıtını veriyor.

gecelerim beni üşütüyor ve yalnızlıkla dolu.

bir temas noktası arıyorum.

tenini arıyorum.

neredesin? neredesin?

dönüp duruyorum,yanağım nemli yastığa,ıslak saçlarım şakaklarıma yapışıyor.

burada olmaman mümkün değil.

kafam serseri serseri dolaşıyor.

düşüncelerim gidip geliyor ve parçalanıyor.

bedenim artık anlamak istemiyor.

bedenim seni istiyor.

bedenim,şu sakat külçe,

senin sıcaklığında bir an için kendini unutmak istiyor.

birkaç saatlik dinginliğe çağırıyor.

gecelerim paçavraya dönmüş bir yürek.

gecelerim sana bakmak,ellerimle bedeninin her kıvrımını izlemek,

yüzünü bulup okşamak istediğimi biliyor.

gecelerim,senin yokluğundan dolayı soluğumu kesiyor.

gecelerim seni çağırmak istiyor ama sesleri çıkmıyor.

yine de seni seni çağırmak,sana kavuşmak,

bir an için sana sarılmak ve katleden zamanı unutmak istiyor gecelerim.

bedenim anlamıyor.

tıpkı benim gibi bedenimin de sana ihtiyacı var,belki de onunla ben biriz.

gecelerim,teni hissetmeye kadar kazınıyor,

sonunda duygu maddesel tözden arınarak daha güçlü,daha keskin bir hale geliyor.

gecelerim beni aşkla tutuşturuyor.



saat dört buçuk.

gecelerim beni tüketiyor.

senin eksikliğini çektiğimi biliyorum ve gecenin tüm karanlığı bu gerçekliği saklamaya yetmiyor.

bu gerçek,karanlıkta bir bıçak gibi parlıyor.

gecelerim sana uçabilmek,uykudan seni sarıp,sarmalayıp bana getirebilmek için

kanatları olsun istiyor.

uykunda,yanıbaşında olduğumu hissedeceksin ve kolların sen uyanmadan beni saracak.

gecelerim öğüt vermiyor.

gecelerim uyanık görülen bir düş gibi seni düşünüyor.

gecelerim üzülüyor ve yolunu yitiriyor.

gecelerim yalnızlığımı,tüm yalnızlıklarımı artırıyor.

sessizliği,ancak benim içimdeki sesleri duyuyor.

gecelerim uzun,uzun upuzun.

gecelerim günün hiç doğmamasından korkuyor;

ama aynı zamanda günün doğmasından da ürküyor gecelerim,

çünkü gün,her saatin iki saatmiş gibi uzun olduğu ve

sen olmadığın için tam anlamıyla yaşanmayan yapay bir gün.

gecelerim,gündüzlerimin de gecelerime benzeyip benzemediğini düşünüyor.

böylece günden neden korktuğumu anlayabilecek gecelerim.

gecelerim beni giydirmek ve gidip erkeğimi getirmem için beni dışarı itmek istiyor.

ama gecelerim her tür deliliğin yasak olduğunu ve düzensizlik yarattığını biliyor.

gecelerim nelerin yasak olmadığını düşünüyor.

onlarla bütünleşmenin yasak olmadığını biliyor,

ama bir bedenin umutsuzlukla birlikte kendisiyle bütünleşmesinden sıkılıyor.

çünkü beden,hiçle birleşmek için yaratılmamıştır.

gecelerim seni tüm derinlikleriye seviyor ve

benim derinliğimin yankısını taşıyor.

gecelerim düşsel yankılarla besleniyor.

gecelerim bunu yapabiliyor.

bense başaramıyorum.

gecelerim beni gözlüyor.

bakışları düzgün ve herşeyini içine doğru akıyor.

gecelerim,sevgiyle senin de içine akabilmek için burada olmanı istiyor.

gecelerim seni umut ediyor.

bedenim seni bekliyor.

gecelerim,senin ve benim hazza eriştiğimizi görmek için röntgencilik yapmak istiyor,

seni ve beni zevkten titrerken görmek istiyor.

gecelerim gözlerimizi görmek ve zevk dolu gözlerimize sahip olmak istiyor.

gecelerim her sarsıntıyı ellerinde tutmak istiyor.

gecelerim sessizce senin yokluğunda inliyor.

gecelerim uzun,uzun upuzun.

aklını yitiriyor ama senin görüntünü benden uzaklaştıramıyor,

arzumu yok edemiyor.

senin burada olmamandan dolayı ölüyor ve beni öldürüyor gecelerim.

gecelerim sürekli seni arıyor.

bedenim birkaç sokağın ya da adi bir coğrafyanın bizi ayırdığını anlayamıyor.

bedenim,geceni ortasında senin gölgeni görmemekten dolayı acıdan çıldırıyor.

bedenim uykunda sana sarılmak istiyor.

bedenim gece uyumak ve karanlıkta senin öpüşünle uyanmak istiyor.

gecelerim,bugün bundan daha güzel ve daha zalim bir düş tanımıyor.

gecelerim haykırıyor ve yelkenlerini yırtıyor,

gecelerim kendi öz sessizliğine çarpıyor,

ama senin bedenine ulaşamıyor.

eksikliğini öyle hissediyorum ki!

sözcüklerinin,renginin eksikliğini.



birazdan gün doğacak."




uzaktaki diego'ya mektup,

mexico city,

12 eylül 1939.


----------------------------------------


BİR DİĞER MEKTUP:




Frida Kahlo’dan Diego Rivera’ya…

23 temmuz 1935


(Şimdi biliyorum ki) bütün bu mektuplar,kızlarla ilişkiler,bana ingilizce! öğretmenleri, çingene modeller,”iyi niyetli” asistanlar,’ ‘uzaklardan gelen tam yetkili elçiler” yalnızca birer flört ve aslında sen ve ben birbirimizi çok seviyoruz ve bu yüzden sayısız serüven yaşıyoruz, kapıları çarpıyoruz, lanetler okuyoruz, hakaretler ediyoruz; bütün bunlara karşın birbirimizi daima seveceğiz…

Bütün bunlar, birlikte yaşadığımız yedi yıl boyunca sürekli tekrarlandı, yaşadığım bütün öfke nöbetleri sadece, sonunda seni canımdan çok sevdiğimi anlamama hizmet etti; yine anladım ki, beni aynı ölçüde sevmesen bile, bir şekilde seviyorsun. Ö yle değil mi?…
Daima bunun sürmesi umudunu taşıyacağım, bu bana yeter…

6 Temmuz 2010 Salı

Sahip miyiz gerçek bir dosta?

Terentius, "Onunla her şeyi paylaşmak zevkinden mahrum kalınca, hiçbir zevki tatmamaya karar verdim" demiş, yitirdiği bir dostunun ardından.

Nasıl bir insandan bahseder Terentius?

Karşısında zavallı gibi görünmekten korkmadığımız, bizi değiştirmeye değil zenginleştirmeye çalışan, yargılayan değil, kendimizi sorgulamamıza yardımcı olan biri midir yitirilen? Sabahın 3'ünde çaldığımız kapısını açtığında, tek kelime etmeden kollarına atılıp ağlayabileceğimiz bir insan mıdır? Terentius'un acısını bu şekilde dillendiren?

Nedenlerini merak etse de, göz yaşlarımızın dinmesini bekleyecek kadar anlayışlı, titrek sesimiz ve telaşlı cümlelerimizi sükunetle dinleyecek kadar sabırlı, acımızın bir kısmını kendine yük edinecek kadar cömert ve yürekli insanlar mıdır dost diye seçtiklerimiz?

Sadece sohbeti değil, sessizliği de sıkıcı olmayan; yalnızlığımızı unutmak için varlığı, eksikliğini hissetmemiz için yokluğu kafi gelen insanlara mı dostum deriz?

Başımıza gelen güzel bir şeyin coşkusu yüreğimize sığmadığında, saate aldırmayıp telefona sarıldığımız ve karşımızdaki uykulu sese "Kulaklarına inanamayacaksın!" diye bağırdığımızda, "Sabahı bekleyemez miydin?" demeyen biri midir gerçek bir dost?

Güzel bir film izlediğimizde, keşke O da olsaydı dediğimiz, okuduğumuz bir kitaptan bahsedebildigimiz ve en mahrem sırlarımızı anlattıktan sonra rahatça uykuya dalabildiğimiz bir sırdaş mıdır yoksa?

Konuşurken gözlerimizi kaçırmadığımız, kendimizi saklamadığımız ve yüzümüze en acı gerçekleri haykırırken bile darılmadığımız yalnızlığımız mıdır dost dediğimiz insanlar?

Ne bileyim, aynı fikirde olmasak da uzlaşabildiğimiz, köprüleri atmadan da tartışabildiğimiz, her savaştan birlikte ve biraz daha güçlenmiş bağlarla çıktığımız insanlar mıdır dost payesi verdiklerimiz?

Tanıdığımızı sanırken, daha keşfedilmeyi bekleyen nice el değmemiş duygular ve düşünceler taşıdığını gördüğümüz; sürekli bizi saşırtan kendimiz midir onlarda sevdiğimiz?

Aristo haklı mıdır; "Dostluk bir ruhun iki ayrı bedende yaşamasıdır" derken ve Terentius, başka bir bedende toprağa verdiği ruhunun yaşını mı tutmaktadır?

Paylaştığı her şeye ölüm de mi dahildir?

Acaba, neyi kaybedeceğini, dostu ölmeden önce fark etmiş midir?

Ya biz; her şeyi paylaşmanın, iddialı ve gerçek dışı geldiği günümüzde, sahip miyiz gerçek bir dosta?

Ya da adımızın önüne dost sıfatı koyan insanlar var mıdır hayatımızda?

Yoksa kendimizi sevmeyi başaramadığımızdan, şaşırıyor muyuz bizi sevdiğini söyleyen birinin varlığına, inanamıyor muyuz yanımızda kalmasına ve uzaklaştırıyor muyuz içten içe bizi sevmesini istediğimiz insanı kendimizden?

Ve bir gün, bir el daha kayıp gittiğinde avuçlarımızdan, kendi mezarımızın başında ağlayacağımızı biliyor muyuz?

İş işten geçmeden önce teşekkür edebiliyor muyuz sevdiğimize, hiç değilse bizi sevdiği için...
"Can DÜNDAR"

4 Temmuz 2010 Pazar

AŞK !!!!

Söz Meclisten Dışarı!
Bu Aşk Dediğimiz Hissiyat
Ne Bir Dudaktır His Veren
Ne Bir Ten'dir Şehvetin Doruklarına Çıkaran..
Bu Aşk Dediğimiz
......Göz ile Gözün Sevişmesidir

Mevsimlerden Baharı Yaşarcasına..

Aşık Olun İnsanlar..

Şiddetle Tavsiye Ediyorum
Ama Şu Cümleyi Kuranlara Aşk Olun..

"Dudak İstemem Sevişmeye, Ağladığın Yerlerinden Öpmek İsterim Seni" diyene..

Erdem..

PAPATYA KESİĞİ


Sakladığım kocaman bir ustura kesiğisin göğsümde
Boydan boya
Oysa insanlara durmadan
Elimdeki küçük yaradan bahsediyorum:
Gelen sensin sanıp,
Sehpaya vurduğum
Koşarken çalan kapıya.
Gözlerimi gözlerinin içine dikip:
''_Bahçedeki gülleri budarken oldu.'' diyorum!
Bilirsin ben gül sevmem!
Ama;
Acımı bile kıskanıyorum
Öznesi sen olunca
Paylaşmıyorum.
İçinde sen geçen yaranın kanı yere düşse:
Toprak, düşmanım!
Şimdi,
N'olur bana cesaretini ödünç ver;
Ben, benimkinin tümünü seni sevmek için harcadım.
Ya da ne bileyim; düşlerini anlat bana,
Yokluğuna kefaret düşlerini
Ben, benimkilerin tümünü
Sana kavuşacağım o geceye
Tuzlayıp,
Sarıp
Sarmaladım/

Mete T.