BLOGGER TEMPLATES AND TWITTER BACKGROUNDS »

25 Ekim 2009 Pazar

Makas

Makas düşünüyordu ne çetindi görevi
kesmek, ufaltmak, kırpmak her şeyi,
unutmuştu acımaktan gülümsemeyi
taş kesilmiş yüreğin çelikleşen çığlığı.

Ben de isterdim kendimde denemeyi
bölebilmek içimdeki uzunluğu, sonsuzu,
varlıkların en serti, en korkusuzu
doğramak ne varsa kötü ve iyi.

Makas olaydım bölerdim
uzayan can sıkıntısını,
umutlarımı, ürkekliğimi, yalnızlığımı da,
ölümümü kendime göre keser, biçerdim.



Sedat Umran

24 Ekim 2009 Cumartesi

-Yedinci Yalnızlık -

Sana, tek yarın kaldı diye
tek başına kala kaldı gün de - Neredesin?

Sonsuza dek yarın kaldı diye
sen sonsuza dek yaşayacaksın diye
tek bir gün aldırış etmedi
çevirmedi o tan kızılı yüzünü sana
Zerdüşt - Biraz da mutlulukla yüzleşesin!
Ne de uçurumuna bugün,
zümrüt yeşili bir damla su
ah bir damla sıcak dokunuş düşmedi
o kutlu mordan
Biraz da sevilmekten ağlayasın!

Kıskandılar bırakmadılar,
bundan böyle gün
Senden doğsun - Seninle batsın
bırakmadılar Zerdüşt bırakmadılar
Sonsuza dek bugün olsun
Sonsuzluk ve bir gün olsun.

Mutlu adalar üzerinde
Boğula - yazan özlem ışıltısı
o buram buram sevgin
gözlerinde yaş olup boşanırken -Niye?
diye haykırıp yakınmadılar hiç denize...
Batıp giderken altıncı yalnızlığın
nazlı bir gelin gibi süsledi seni
takıp takıştırırdı sana - deli maskesini -
ruhuna Zerdüşt! Taktı yüzüğünü,
kutladı seni o son, yedinci yalnızlık...

Şimdiyse mutsuz
meyvesi çamura düşen bir ağaç gibi
kırgın, kök saldığın bu dünyaya ileniyorsu
Ah, hangi kavruk
putun alacakaranlığı bu üzerine çöken,
vurduğunda çekiçlerini kıran? Yoksa şu
harika-insan-balıkları mı Zerdüşt?
Saplandı oltan, saplandı
tüm kara vicdanların karnına da
bugün korkunç bir şeyle anıyorlar yazgını...
Ah Zerdüşt! Tiksinmek,
insandan tiksinmekti ya senin
en büyük tehliken...

Yazıklar olsun bana! Tiksindim sounda
bu kadın askerlerden - onursuz
esmer deve ordularından...
Bu her ocağı saran
çocuklarını sözleriyle sarmalayan
analı babalı lanetlerden
bu insan oyuncaklarıyla
hep borçlu hep alacaklılardan,
tiksindim, hayatı bir orospu gibi
paraladıkça yaşayan
para bastıkça adam olan - yüce olan
hilkat garibesi üst-insan kırıntılarından.
Tiksindim Zerdüşt, tiksindim
bu zavallı dünyanın ruh kanserlerinden.

Yazgın
sinek kovmak olmasın derdin Zerdüşt!
- Larvaları da bunlar işte...

Bu dört duvar arasına
sıkıştım, kendime tıkılıp kaldım ben de
Ha koca Avrupa, ha bir küçük Kare
desene Zerdüşt - Ne fark eder desene!
Ne yapayım! Ben de bir bitki gibi uzayıp
uçurum çiçekleri açtım kokladım -kendimi
ah baktım ki solup gideceğim burada
Düştüm ben de -ya ne yapaydım?- senin peşine...
Gökyüzü oldum - Çöl oldum,
battım da battım dudacıklarını bana her uzatana
-ya ne yapaydım? - kaktüs oldum ben de!
Deniz oldum Zerdüşt - Hep deniz...
Mavi unutulmuşluğa battım ben de
batıp gittim, batıp gittim...

Vurma, ah vurma Zerdüşt!
ne vuruyorsun başını duvarlara?
Sen değil miydin
denizi altıncı yalnızlığıyla dalgalandıran,
sen değil miydin gökyüzünün bayrağı?
Ve gittikçe yukarıya, yükseklere tırmanırken
dans etmesini öğrenen?
Adı geçen uçurum danslarıyla başı dönüp,
uzaklarda kalan son çöl rüzgarlarını da
çarçur eden - Sen değil miydin Zerdüşt?

Ah Zerdüşt! Vurma,
vurma başını şimdi taştan taşa!
kapasan gözlerini - Rüyalarındalar
açsan gözlerini - İsteklerindeler
Hep, hep bu dört duvar, yumruklama
boşuna, ah kutlu deli, boşu boşuna...
Çıkmak mı istiyorsun, kurtulmak?
Sarsıyorsun demek duvarları!
Demek geçit vermiyor hiçbir yol,
dağlar arasında en kısa yol zirvelerdi
hani? Zirveler arasında en kısa yol
uçurumlardı hani? İnmek, aşağılara,
aşağıya inmek, kendini atmak
atıp ta kurtulmak mı zor geldi sana,
bu muydu zor Zerdüşt’e? Ah yoksa,
biraz kadın ve erkeğin ötesine bakıp
yok etmekten uzak düşünecek olursak
aynı tüm diğer aklı selimler gibi!
istek ile umut boğuldular
dümdüz uzanıyor ruh ile deniz - bundan,
bu yüzden mi sevgili Zerdüşt?

Çöllerde aklı serabı başında kim varsa,
zamanın damla damla ipine geçirip
döndürdüğü yazgının her bir evetini
dört bir yana saça saça, durmadan
hiç durmadan döndürdüğü, ateşler içinde
dans ettiği o palmiyenin yaptığı gibi
yürek mangalları uzatmadı mı hiç sana?

Çöllerde susayanları, açları
bütün o acı çeken, sevilmek isteyen
serapları doyurmaz mı Zerdüşt?
Ah Zerdüşt! Hakikatin zümrüt yalnızlığı
Yedinci, büyük yalnızlığı, nefes nefese
çekilince zamanın huzurundan
gönlün yanıp tutuşunca sonsuzlukla
zaferlerin zaferini armağan etti senin
son nefesin, bize -gelecek iki yüzyıla,
yürek mangalları uzattı senin alev ellerin
yalnızca acı çekenlere, yalnızca açlara...
Son Yok Zerdüşt.

23 Ekim 2009 Cuma

Kordonları Bordrolara Bağlı Ergenler

Kordonları bordrolara bağlı kentli çocuklar
Bedenlerine yürüyen sarı sulardan sonra
İlkin fanila giymeyi ve tanrıyı reddediyorlar
Kalafat yerlerinde huzursuz duran babaların
Ve kızlık zarlarının bahar temizliğiyle ilgilenen
Annelerin haberi olmuyor bundan
Bir süreliğine…

Tatlı bir tragedya ve soylu ağlamaklar geliyor
Damardan alınıp akla kolay ulaşan o küfürbaz
O kırışık dilin ardından
Çabuk boy atılıyor ve sevgili diye sevişilen
Ucuz orospuların kocası olunuyor birdenbire
Bir süreliğine…

Sakallar uzatılıp yüze siyahlar çekiliyor
Yüze ağır intibalar
Tahrik eden esrarlı içkiler aranıyor
Kuşatılmış bir dünyanın kurtarılmayı bekleyen
Yerlerinden imdatlar
Bir süreliğine…

Göze hiç okunmamış kitaplar ilişiyor
Akla hiç sorulmamış sorular
Sakil bir ruhtan ansızın sıkılmaklar
Yaşamaktan bıkmaklar bile
İntiharla ilgilenmenin zamanı gelmiş oluyor
Bir süreliğine…

Geçiyor bir sürü bir süre ve kordonlar
Kuruyup düşüyor ansızın
Doğurgan ve uslu kadınlarla tanışılıyor
Bordrolar ve çocuklarla birlikte
Bir süre böyle bitiyor işte


Genede bir süreliğine…


140209İst.


A.Y Borke

İblise Görünmeden Girilmeyen Yerler

Pervazlardan akla sızan çağın alnını
Ölüdeniz kanallarında su seviyesi düşünce
Cani bir buğu sarıyor
Uzak kıtalardan külparalar dağılıp
Çöle kardanlıklar taşınıyor
Yüksek nabızlarda bilinsin
Burnu kanlanmış kadim köpekler afyon çekiyor
Kumran yakınlarından
Bir çizgi çocuk cesedi kaç gramdır sorusu
Ölüleri konuşmaya zorluyor
Ölümle ilgili emirler askıda
Öldürmekse meşru kılınıyor
Cuma günleri kılınan namazda da

Ortalık yerde öpüşmek ve ten
Küfür ve sarhoşluk
Hatta şiir bile karantinaya alınıp kapatılıyor
İblise görünmeden girilmeyen yerlere
Sorulursa karakamunun önünde
Günahkar kahin ve Mekkeli müşrikler
Oradaydı o son akşam yemeğinde
Hatta sonradan arkadaş olunan ibneler
Ve ortadoğulu tecimen şiir sevicileri tanıklık edecektirler bu dediklerime
Daha doğmadan
Kafası kurdan karışmış ceninler
Sağır müzisyenlere şeflerini boğdurtup
Yerçekimsiz steplerde atlıları ayartıyor
Dünya çünki hala
Bir ten
Bir tene değince çakmaktaşlarının yangın çıkardığı
Sol anahtarlarının hala solda olduğu
Kuş sıçmasının
Bir duanın kabülüne yorulduğu
Yerdir açıkçası.

İşte bu yerde sevgilim
İç duvarlardan seken bir aşk
Kalbime saplanınca şuaradan
Şair sözü yalandırı öğrendim
Herşeye yaklaştıktça
Hiçe övgü olarak kaleme aldım kendimi
O kalede çağı çağrıştıran demir doklarda başımı
Sevdiğim babayla parçalarken bile…


60209İst.


A.Y Borke

Vicdan ve Kan Kaybına Rağmen

Söze
Kenetli bir dudakta birikmiş suskunluğun
Çapağıyla başlamak gerek önce
Çeneği paslanmış dilde duran
Kin dahi denilebilir o deriye
kısaca

Neden
Alnacına pavyonlar kurulan çocuklar
Ten topluyor umudun gövdesinden
Sessizce.Neden kimi kitabını sağdan almayı
Umuyor kimi sağda ne varsa yıkmayı

Biri bana söylesin kim
Karnı sabah melteminde kan kusan kentlere
Sert kaslar çekiyor veremli havalarda
Duymadık demeyin sakın
Görmedik Sizdiniz ne çok çocukken daha sol pezevenkler
Sol diye çocukluğumuzu kirleten.

Sağdan savrulan sakınma dolu tembihler
Ve ferah cumaların yüze sürülen ezberinde
Bir kez bile sevişmeden geçilen gençlikler
Kime sorulmalı
Söyleyin kime
Duymadık demeyin sakın
Görmedik
Sizdiniz dizleri dizelerle kesilen çocukların
Kurban sabahlarında gözlerini kapatmayanlar

Şimdi bir ipten atlayıp duran zaman yanıyor
Yansın Topukları demir dayanaklarda hazır bekliyor
İlkin sağdan sola yazılan kelimeler
Soldan da sağa yazılabilmeyi
Vicdan
Ve kan kaybına rağmen



A.Y Borke


030309İst.

Afyonda Bekletilmiş Sözlerin Kanlı Gözü

Şimdi afyonda bekletilmiş sözlerin kanlı gözünü
Tütün kolonyaları sürüp silme vaktidir…

Yüzüm yüklü
kalbimde göbeği göt kokan bir yosmanın memesinden morluklar
Aybaşı bezleri gibi tedirgin ve gergin
Kirli ve kızıl bir gök vardı ben ayrılırken
Ben ayrılırken sabahleyin kalçalarını
Gitmeye niyetli gemilere usulca sürten uslu sular vardı.
Tarlabaşında anasının rahmini tanıksız yırtan bebekler

Asmalara sülfat serpilen mevsimin herhangi bir günüydü işte
Benimki de herhangi bir ayrılık
Dilini öptüğüm kadını saymazsak eğer

Ve eğer sanki dün yarım bırakılmış gibi ortada
Tastamam duran ömrümü
Ölü başlarını bir seferde yutan kabir yılanlarını
Otobanda; saçılmış bağırsaklarıyla bir hiç gibi yatan köpek yavrularını
Gençliği yeni geçmiş paspal perilerle düzüşmemi ve
Kalafat yerlerinin ağır metalden ayak kokusunu saymazsak
Eşikte işlikli elbisesiyle bekleyen sarışın hüzne
Sıkılınca geçen iltihap sanılmış aşkı da ekleyince
Herhangi bir ayrılmadan ayrılan yanı yoktu
Tamam.

Ama
Ya yanak yağından kararmış yastıklara sarhoş kapanmalarım
Hiç bilmediğim odalarda üstelik
Hiç bilmediğim tenlerde aşk diye
Erişkin yaşlara yaslanmadan birdenbire anlamalarım
Ya yalnız tanrılara kul olmaya varan yalnızlıklarım ne olacak
Damarlar arası dokularım azaldıkça
Polis kaydına geçmekten başka
Neyse …

Yolluk niyetine
Benim gibi yola düşenlere son bir söz
Genede
Ayrılırken kabaralı ayakkabılar giymeli insan
Sevgilisine ağız dolusu
küfür
Ve bir tatlı kaşığı mercanköşk bırakmalı
Bıraktıklarını söktürsün için…


111108İst.


A.Y Borke

Şiirin Biraz da Orospusu İyidir

Bilinmekten buruşmuş sırlarıyla yorgun bakıyor
Şiirin biraz da orospusu makbuldür diyen ayna
İçimdi Başlıyorum yazmaya…

Eskidendi
Kuyuların diri serinliği rutubetle beni
Kadınların iri memeleri frengiyle inletti

Şimdi
Askılıkta son giydiğim parıltılı sesin
İnancı yitmek üzere olan ütüsü bağır bağır
Masada veresiye rakının mayışmış kırık boynu
Egzamalı bir yalnızlık bulaşacak yer
Batacak ten arıyor
Bir tek ses için ölebilirim
Koltuklarda kolçaklar ağlamaklı…

Aklımın atları atlaslarda çatlayacak kadar terli
Yağmurda yaş beğenmek değil cinnet diyorum
Bir cenin yaşamak sırasını bozup gülümsüyor
Dudağında bir miktar spermle
Bu katıksız suskunlukta yok seslerin
Çirkin çıkını hep açık mı durmak mı zorunda
Öyle belki de Bilmiyorum…

Her öpüşte ölmeyi garanti eden bir çift dudak yerine
O hayali kaltağın adet sancısından sayhalar
Elinde eczasıyla akdenizli hindibalar çıkageliyor ansızın
Ansızın cangoloz gecelerinde
küçük kentlere sevişmek yasaklanıyor
Gırtlağım tutuşuyor ansızın anasonlu yağlardan ve yanıyorum
Bir ümit karanlıkta okunmuş sulardan muskalar asıp dilime
Dinime taşralı gerdek çarşaflarının kolalı özeniyle varıyorum Olmuyor.
Yatışmıyor bu yalnızlık ansızın.

Bir ayrılıktan sağ kurtulan tarafım ya uzun zamandır
Nasıl yaşadıysam öyle gebermeliyim sanırım
Ve küllerim dağılmasın için içimi
Rüzgarsız ve afyonlu tutmalıyım değil mi
Ama yapamıyorum…
Ama Kenarından geçilen bir intiharın fiyakasını
Dikişsiz ve fakat sökük bir bekleyişle ovmaya geldimi sıra
Aklım aksak ve doğrulardan eser miktarda
Bunalmış durumda bağırmayı da bir bok zannediyorum
Bu da ortada…

Saatli sözler kuruyorum işte kalbime
Sabah serinliğinde dölü donmuş çıplağın
Elinde kalan inatçı bir boşalmayım artık
Sanki şehirleri kınından henüz çekmeden o mürdüm şafak
Yüzümde sefil bir kimsesizlik garlara koşuyor
Ve yaşanacak bir tek an için
Susarak soluyorum o cinneti
Solarak sığınıyorum
Seceresi kendini hatırlatmayan o acı suya
Ve yeraltı ırmaklarında gürültüyle akmaya
Ve damarı çatlatan sevince
Ve bir nabız gibi ısrar etmeye

Sanrıları ve karmaşık yeryüzü yanılgılarını denklerimden
Yer gösteren haritaların ağır meşin kokusuna doğru fırlatıyorum
Erdemli bir kaynağın yalımları alıyor gözlerimi
Olmuşum tamam…
Size de olduğu olur bir zaman
Hatırlarsınız…



241008İst

A.Y Borke

Alınlıklarına Alkol Düşen Kentler Çağırıyor

Üstüne kusmuş akşamdan sonra sokaklarda
Ağzı dar bir davlumbaz çekiyor beni karanlığa
Gecenin girişini yalayan sefih bitler
Ve şiir var orada kostaklı sözlerle yan yana

Sözler lağımdan söz açılsın istemiyor
Ve bitiyor bakış alışverişleri sonra
Beni geçmiş denen haspanın dumanlı dudağı
Alınlıklarına alkol düşen kentlerde ölmeye zorluyor

Gidiyorum o kentlere korkmadan hem de
Günden güle susarak
Tanrısız geçilmiş tenhaların sessizliği açıkça
Partisyonlarda sus veriyor
Biri sakın Sakın kutankuşlarının
Cibinliksiz sevincine ortak olma orda diyor S
evinçler rahatlık verir

Düşü daralmış bir gök biraz olsun aydınlanca
Gebe çatlaklarıyla dağlar sancılanıyor o zaman
Korkuyorum
Mağması sıkıntılı böyle görüntülerden
Budaksız abanozların birden büyümesinden
Bir suyun serinliğini emanet bırakıp
Yıldız yıkamaya
Yıkmaya gitmesinden korkuyorum
Asmalar eğiliyor dudağıma
Asmalara dolanan yılanlardan
Korkuyorum

Ve sabahı muştuluyor
Telkarisi çalınmış beşikler süryani ağıtlarında
Atlasları bağlayan palamarlar hala düğümlü
Dilimde yitik bir alfabe
Kalkerli kayalarda uyanıyorum
Daha gece başlamamış bile Oluyor sonra.


160109İst.



A.Y Borke

Sadece Üç Nokta...

kim bu içimde dolaşan yabancı
kanlı ayak izleri her yanı kirletmiş
kim bu içimde dolaşan hiçlik
kötülüklerimden damlayan salya
bir çöl burası beden duvarımın içinde
köpekleri çakalları kurtları
hem de öyle bir çöl ki
or..pu çığlığı kadar sessiz
sonra bir orman burası
sarhoşluğum yapraksız dallarda asılı
ve bir ağaç kovuğu
içi sülük kurtçuk dolu…

kaynıyor içimde öfke…
bu ne bir karşı koyuş ne de ret ediş…
çöl suları merhametimi söndürmeye yeter…
ve orman örtemez ayıplarımı…

kimi dinliyor bu içimdeki yabancı
söyleyecek sözüm mü var cadı kulağına
dişsiz sokak köpeği kadar sevimli sözlerim
uyuz bedeni kadar samimi sıcak
ne duymak istiyorsun kendine kendime dair
alemimde yıkılan arşı mı anlatayım
yarığından düşen sıçan leşleri…

hayır tanımıyorum…
ne kendimi ne de yabancıyı…
alemimde dolaşan biri var…
yıkık harabeler içinde…




Bünyamin Bayansal

Ve Evren Derin Bir Hayale Daldı...

Burası arnavut kaldırımların tükendiği yer
Zerdüşt güneşi kutsadığını söyleyedursun

İzbe anılar başlıyor artık
Ömür meyvesini döküyor yangına
Giderek mayiileşiyor benlikler
Her kişilik birbirine karışıyor
Ark başlarına işeyen çocuklar karar veriyor
Mayiinin tadına rengine

Bu sessiz sedasız bir diriliş
Kapalı gözlere inat yokluğa diriliyor
İnsan evren ve yokluk

Hadi küçültün evreni insan yapın
Büyütün insanları her taraf evren olsun
Acaba taşır mı insan evreni
Gösterir mi evren kadar vefa sabır

Kimiz biz Evren yada insan
İnsan içinde evren
Evren içinde insan

Bitiyor burada kaldırımlar
Terkedilmiş anılar tek sermayemiz
Aramak yada olanla idare etmek
Buyurun siz karar verin


Bünyamin Bayansal

Son Risale

I. ÖFKE



arzın merkezinde bir güvercin ölür
ve ben çeker giderim

vicdansız gölgeler besledik kapı paspaslarında
bir o kadar dört canlı
bir o kadar nankör
kaldı ki emanet ettiğimiz ruhumuzu
zenne misali oynattılar anahtar şıngırtısıyla

somalili bir anne ciğerlerini yırtar
ve ben çeker giderim

endüstri yalanlarının serinliğinde cereyanda kaldık
bir o kadar soysuz
bir o kadar bulanık
ve organ pazarında satışa çıkardığımız ciğerimiz
kelepirden bile alıcı bulamadı

bombalar altında özgürlük diye bağıran bir gerilla asılır
ve ben çeker giderim

öldürmenin doğurmak kadar kutsal olduğunu sandık
bir o kadar kahpe
bir o kadar acımasız h
atta televizyon başında trafik kazaları gördük de
yemeğimize devam etmekte bir sakınca görmedik




II. YALAN



kısa şortlu bir çocuk annesinin baş örtüsüne işer
ve ben çeker giderim

kimliğe küfretmenin modernleşme nişanı olduğuna inandık
bir o kadar hain
bir o kadar yüzsüz
şöyle ki kilise bahçesinde çifleşen köpekler
işlerini bitirdikten sonra cami duvarına işediler

kıyametin hevesle beklendiği zamanlar gelir
ve ben çeker giderim

sonsuzluğun ancak bir son varsa güzel olacağı fikri düştü aklımıza
bir o kadar fütursuz
bir o kadar hayalperest
kendi simurguna uçan hiçbir güvercin dua alamadı ki
yedi vadiyi geçerken kanatları yanmasın



III. AŞK



sevgilinin kahve gözlerinden bir damla yaş dökülür
ve ben çeker giderim

en muazzam korkunun ölüm olmadığını gördük
bir o kadar bencil
bir o kadar unutkan
ki bütün kabiliyetsizliğimizle gönlümüzü
hayvan mezarlıklarına gömdük

nine kucağında diş çıkaran bir bebek ağlar
ve ben çeker giderim

masumiyetin o retina yakan alevine kapıldık
bir o kadar şuursuz
bir o kadar tekdüze
nitekim aşk diye anlatılan masaldan
bir öğlen çayı randevusu bile alamadık

arzın merkezinde bir güvercin ölür
ve ben çeker giderim

hepsinden önemlisinin her daim aşk olduğunu bildik
bir o kadar sessiz
bir o kadar sarhoş
kim bilir belki de aşkın kendisi değil
sadece aşka inanmaktı aslolan




IV. SON



bomboş sinema salonlarında gösterilen film biter
ve ben çeker giderim

cesedimi bavuluma aldım
ruhumu iliştirdiğim ön gözünde
belki bir aşklık daha yer vardır
belki bir ölümlük
bir direnişlik
bir dualık
sessiz sedasız hiçbir şey yapmadan oturmalık
belki bir daha görmeyeceğim birine görüşmek üzere demelik
yada sadece yalnızlığımı
belli ki eğe büke
belli ki itiştire sıkıştıra sokacağım küçücük bir yer
kim bilir belki de vardır.



Bünyamin Bayansal

Sizin Ahlak Dediğiniz Şey…

Yere inen balyozlar
Bu ne ağaçların çığlığı ne de bulut böğürtüsü
Kanayan bir kucak
Damlayan onur ve gurur
Hiç kimse olarak doğmak ve ölmek
Somali sabahı
Filistin öğleden sonrası
Raunda akşamı
Belki Çeçenya kızıllığı
Kanayan kucakta damlayan masumiyet
Geçen bir mavzer ninnisi
Yakılan bomba türküsü
Yada neşeyle söylenen tank şarkıları
Kanayan kucakta damlayan sessizlik
Beş duyu
Dokunulan sıcak şarapnel
Koklanan yanmış et
Duyulan çınlama
Tadılan kanla yıkanmış su
Görülen parçalanmış küçük beden
Ve altıncı his
Korku Kanayan kucakta damlayan insaniyet
Zaman içinde zamansızlık
Dün anne
Bugün baba
Yarın herkes
Kanayan kucakta damlayan gelecek
Bedenlere esir ruhlar
Kimsesiz Zebur
Öfkeli Tevrat
Mahzun İncil
Ağlayan Kuran
Kanayan kucakta damlayan ahlak



Bünyamin Bayansal

Esfel-i Sâfilinde Zahirperest Bir Ben...

esfel-i sâfilinde zahirperest bir ben...
ömür katarlarında bir dinlence süresi,
ölüme belki son bekleyiş bu, varmadan
ruh, duraksamalar içinde, yangın yeri!
görülenin gerçekliğini sorguluyorken akıl;
gönül lalezarında, sonbahar yağmurları var…
ve gökkuşağı aydınlatırken, sessiz sabahları
bir kervan yola çıkar,
ufkun kahve koyusu gözlerine…
su yüzünde beliren silüetler değil artık,
beklenen…
ki kumlara yazılmış değil, bu katarın ömür çizgisi,
kalan ömrün aynalı dolaptaki yaralı aksi,
buldu dermanını ruh katarının ömür çizgisinde

yürümeli şimdi bu kafile;
çünkü ölüm de artık bir dinlence


Bünyamin Bayansal

22 Ekim 2009 Perşembe

Herşey:Oda Kırbaç Ayna'dan

EK III: DÜŞLER

ölüler sessizce çekip gitmeli hayatımızdan
bıktım kendimi yaralı
bir geyik gibi sırtımda taşımaktan
anı defterlerinin arasında kurutulmaktan
aslında hiç yaşanmamış olduğunu sandığım
o eşsiz yazdan

ölüler sessizce çekip gitmeli hayatımızdan
o düşü gördüğümü sana söylememiş miydim? o kadar mı
aldattım kendimi sana bunca yakınken.bunca yalanken ya-
şadığımız tek kişilik oda.
odalar. onlar. en yalın gerçeğimiz. ken.
bunca,
hayatı aynı anda nasıl yaşadık hâlâ
bir anlam veremiyorum kendi yalanlarıma
o düşü gördüğümü sana söylemiştim, emin değilim. simsi-
yah bir odadaydık ikimiz diğeri yoktu. diğeri yoktu bizi
kendimizle avutacak.

yetmedi çırılçıplak soyunduğumuz. daha da
çıplak olmalıydın çünkü dahası vardı çıplaklığının
derini soydum incecik. gittikçe daha şeffaf oluyordun kork-
muyordum bundan. kıpkırmızı titreşiyordu elimin altında
etin. göğüslerinin içi sapsarı yağ tanecikleriydi. incecik, be-
yaz, parlak sinirlerle doluydu her yanı
onları öylesine içten emdim
simsiyah bir odadaydık, artık eminim. o düşü gördüğümü
sana söyledim sana başka şeyler de söyledim,
artık önemi yok onların.
bunca yıl kendi yalanlarımla ben ne mutlu yaşadım.

ölüler çekip gitmeli hayatımızdan
çünkü bir tek sen kaldın inandığım.

hatırlar mısın seni görmüştüm düşümde. bir kır kahvesinde
oturuyordun sarı tüyler vardı bacaklarında. göğüslerin çıp-
laktı
garson mağrur bir söğüt dalı gibi uzanmıştı yanına. elinde
pembe kapaklı bir kitap vardı. seni okuyorum, demiştin.
nasıl bir kitaptı, ne zaman yazmıştım, bilmiyorum. pembe
kapaklı bir kitaptı yalnızca
46.sayfayı açtın. daha dünmüş gibi hatırlıyorum
daha ölmemişsin gibi,sımsıcakmış gibi
avuçlarının içi,annem annem üstümdeki
hırkayı daha örmemiş gibi hatırlıyorum
46.sayfayı açtın.

kırmızı bir rujla altını çizmişsin bir dizenin,düş işte.
kırmızı bir rujun varmış gibiydi zaten
dudakların
bu dizeyi ancak bir kadın yazdırabilir insana
diyen sesin hâlâ kulaklarımda
oysa bir tek kadın bile tanımadım ben hayatımda
o dizeyi yazdıran zambak kokulu
küçük bir kızdır olsa olsa
hâlâ pişmanım bu gerçeği
hiçbir zaman söyleyemedim sana

Altay Öktem

Çiçek Dürbünü Benzetisi İyimserce

...
Bakıldığında göz değirmisinden bir çiçek dürbünün
değil midir renklenme olasılıkları tabanında
görülen parçacıkların
yoksamak kurutan kısır umutları, geleneksel tanrıları, sürülerin çorak gerçekliğini
ve kanatlanarak yaşamak kendi dağılımında...

Kaydır elini hafifçe sağa ve bak
elin hafifçe sağa kaymıştır
(Bir gül bir güldür bir güldür bir gül)
Görünür ayrımı şimdi yenilenen renk konumunun.

Yürü dört adım, dört kez çevir sevgili kırmızı nesneyi (kırmızıydı ilk ve tek olan)
Bak görülene tutkuyla bak
dört ayrı kez dört ayrı cümbüş...
Sarıl, benzerlerine dokun...
Bir bilinmeyen nicelikte duyumlarının sevinci,
Benzeş özdekliklerine küçük, renkli bölünmüşlüklerin,
ne hoş, ne düzenli, ne dağınık, ne düşlenmez
yer değişimlerini!

Dizelerini sırala kendince kendiliğinden,
Oyuncağını yuvarla ve yaklaştır bakışını,
Uygun değil mi sözcüklerine kırıkların gözalan dizilişi kendince kendiliğinden?

Sorma! Ya bir gölge oluşmaz mı hiç,
hep ışık var mı oluyor camdan yüreğine akan duru, düzensiz kararlılık için?
Korkarak kırılmasından saydam nesnelerin
parçacıkların yitiminden, kapılmasından
Ötelerin el koyucu rüzgarın yetkesine,
başka coğrafyalara doğru.

Kov karaduygulu olasılığı bilincinin gücüyle
biçimleri kesikler yaratmadan tininde__
Yeni çiçek dürbünleri bul ertesinde düş kırıklığının
Gizlenmişlerse senden, kur öz yaratısını saflığının.

Geldiğince yüreğinden geçtiğince
yapıla benzerini,
Daha yetkin oluşlar özgül ayrımlar bekler seni uğraşında,
Şaşarsın dantel yüreğine
ince yeteneğine.

Bekleme bir anı gelsin kurtuluşun parlak renklerden ve
karanlık soyutta haz kırıntılarını düşlemenin,
sokak bilincine göre erince kavuşmanın.
O çocuksuluğun ayırdında olamayan
ve direnmeye karşın etkilerini zorbalıkla yayan kurnazlarca
huniler ve sinsilikle içirilen beklentiler...

Tüm hücrelerinle kus cellat yargıları!
Seslen sonra övünçle bir gelecek insanlığına
oynadığın eşsiz mikalarla!



Nilgün Marmara

"Göğsüne bastırırken kırar sevdiği şeyi"



ARAGON

Açık Kalp Ameliyatı

hepimize yeter bu aşk, aralık tut kalbini
üşürsen temmuz tut,
kar tanesinin yumuşacık süzülüşü gibidir sevişmek bu kalabalıkta
her aşk biraz yaklaşmaktır kansız bir cinayeteher
aşk taslaktır, tasadır belki de
yalnızca 5'i olan bir saate bakıp bakıp
ağlamamaktır,
tutmaktır kendini boşalırken bile

kaybolan ya da ne bileyim güpegündüz çalınan kum saatidir,
çingene sesidir, hepsidir.
neşter girdi mi kalp guguklu saatin ötmesini öğretir zamana; hasrettir zaman
kırılan aynaya.
hepimize yeter bu aşk
neşter yetmez ama; tahta bir kazık, kızgın yağbir poşet tiner, yeni çekilmiş
ayak tırnağını yalamaktır
kapana uzatmaktır diliniişlenmemiş suçları itiraf etmektir aşk

herkes birbirine fazla narkoz versin lütfen
rica ederim zorluk çıkarmayın baltaya
korkuluklara saygılı olun mesela, tırmanmayın direklere
neye yarar bu;
neye yarar ısıtmak dün ölen bir kadavrayı mor bir aşk uğruna

açık bırakıp bu kalbi ameliyat masasında
resim yapmalı, deli gibi resim yapmalı
kayıp bir turuncu kokusu var havada


Altay Öktem

Uyum

Kimsenin yıkımından kıvanç duymam ben; der Baudelaire-
Keza seninle de onlarca kez dövüşmüştük, her tarafımız kan, revan:
İrtifa yitiren temel element, sıradanlaşan devinim, tekerrüre mahkum iktidar-
Birbirimize açıldıkça kendimize kapanıyorduk hızla;
İlahi bir origami:
Kendime dahi katlanamazken.
İki ayrı ucu gibi bir beyaz kağıdın; birbirimizin üzerine katlanınca ancak,
Kalınlaşıyoruz şeffaflığı örtüp ellerimizle:
Hedeften sapmış bir duhûl hali.

Derim, soğan kabuğuymuşcasına dökülüyor. "İşte bu!" diye bağırıyor Juliana,
"bizim sonbaharımızın habercisi olmalı, halihazırda bu denli kuşatılmışken"-
güz/giz.

İç yüzüne adını yazdım- birbirimizin parmaklarına geçirdiğimiz modifiye alyans: muşta.
Şiddetteki ünlemi severim ben.

Kırık bir gitar, ifadenin arkasında arpej geçiyor: her tel; birer yol, sıra.
Neye elimi atsam a(k)kor- parmaklarım yapışıyor tellere, liğme; etim kalıyor.
Leş kokusu: nereden bakarsan bak, ölümün tortusu.
Beynimden parmak uçlarıma mürekkep taşıyan incecik damar, sünmüş.
Sır: merdivenin kırık basamağı; en sevdiğim oyuncağım.

Bir elma koçanı gibi; sararmaya başlamış, çekirdeklerinden sapına doğru,
Ve çoktan başladım kokuşmaya.

Taze

artık gerçekten tedirginlik duymaya başladım:
arsız bir iç kanama- nereden kanıyor ola ki umarsızca böylesine?
kum saati devriliyor ve şu ana dek biriktirdiklerim, biriktireceklerime karışıyor;
ve kan sinsice yayılıyor ahşap zemin üzerinde-
fazla uzağa gitmiş olamazlar, küller hala sıcak.
boğazımdan göğüs kafesime doğru ağır ağır akan yumru:
ne zaman sızdın içime? patlaklarımı henüz sıvamıştım halbuki.
giyotine, buz gibi, dayadığım ipten boynum:
ne vakit inceldin böylesine?

bu gece herşey resmen, ve kısmen olan tek şey belirsizlik.

gece: zincirleme karanlık.
gece: teksir kokulu camdan yapboz-
tut ağzımdan düşen yıldızı.
Yılmaksızın çünkü, ızdırap çekebilir
gündüz boyunca yarasa. Nasıl bir manayı defnetmişler Güneş’in içine de;
yaklaşabilmişler gize?
engel olmak güç aklımın yarılmasına- kırmızı bir uçurtmaya bağlı ipten boynum:
nereden biliyorsun ki-
içimdeki sirkte hiç trapezci yok ve hiçbir trampetin ikilemesi yetmiyor
iki cambazı bir ipte oynatmaya.

palyaçolara ibret niteliğinde acı bir ağıt:
adım joshua, itina ile planlanmış bir rastlantıyım.

21 Ekim 2009 Çarşamba

“Nefes alışın şartı nefes vermektir…
Ve nefes vermenin şartıda nefes almaktır…
Yani bir sıkışmanın şartı açılmaktır…
Göze karanlık sunulur sunulamaz aydınlığı ister…
Karşısına aydınlık çıkarılınca karanlığı arar..
Hayatın ölümsüz formülü burda kendini gösterir…


”Goethe"

bir başkası olmak istedim hep
bir başkası
tanımadığım biri
bir yabancı
ürpererek içine girsem beni ağırlayan kalıbın
o hayat benim olsa
o gövde benim
bir başkası olmak istedim hep
bir başkası
ben dar geldikçe kanatlı ruhuma
kaç kez de başardım üstelik
biri oldum olmasına ya
sonra hızla alıştım
yine ben demeye
o tuhaf yabancıya
o tuhaf yabancıya
...


YILDIRIM TÜRKER

ceset ; insan ölüsü, kokar zaman geçtikçe.
peynir ; süt cesedi, kokar zaman geçtikçe.

10 Ekim 2009 Cumartesi

Kaldaryum

losyoncular ve linotipçiler her kuskuda
iç içe geçerdi
mai bakışları uçardı alçaklarda
sen
sırf saçımı papatyalı anahtarınla öresin diye sen
ağlardım
sonra kar altı zamanını düşünürdüm
her şey nasıl olacaksa
kırık kırmızı ve buluğ acı arasında kalacaktıs
en ve ben diye bir şey arası

aslında
karaltıda tüm bilinç
dışı oynamaların-onları severim ben

ah barbarella ah
senin d-ölümünle doymak bilmeyen
yanlarım bağırıyor


-alıntı-

şimdi yürekte kuyu
kuyuda et kemik
ve yaralı, yamalı bir çıkrık sesi...


-alıntı-

dara geliyor kaldırımlar,
sesi kısılıyor bir türkünün,
boynu düşüyor bir gülün,
yüzü titriyor bir sözün,
olmayacak oluyor,
düşmeyecek kalkamıyor,
bir düş yitiyor,
bir güz yas tutuyor,
söz gözden düşüyor,
yaş dudaktan.




-alıntı-