BLOGGER TEMPLATES AND TWITTER BACKGROUNDS »

26 Mayıs 2010 Çarşamba

la finestra di fronte - karşı pencere


Senden sonra artık kırmızı kırmızı değil.

Gökyüzünün mavisi de mavi değil.

Ağaçlar artık yeşil değil.

Senden sonra biz olma özleminin renklerini aramalıyım.

Senden sonra bizleri utangaç ve kaçak kılan acıyı bile özlüyorum.

Bekleyişleri, vazgeçişleri, şifreli mesajları özlüyorum.

Görmek istemeyenlerin kör dünyasında kaçamak bakışmalarımızı..

Bizleri görselerdi onların utanç, nefret ve acımasızlıgı olurduk.

Senden af dileme cesaretini henüz gösteremediğim pişmanlık duyuyorum.

O yüzden artık pencerene bile bakamıyorum.

Seni hep orda görürdüm henüz adını bile bilmezken.

Senin daha iyi bir dünya düşlediğin zamanlar, bir ağacın ağaç, mavinin gökyüzü olmasının yasaklanamayacagı bir dünya..

Bilmem bu daha iyi bir dünya mı?

Bunun daha iyi bir dünya olduğunu nasıl söyleyebilirim.

Senin olmadıgın bir dünya için bunu nasıl söylerim ...

25 Mayıs 2010 Salı

Cahil Periler


sözünde durmadı periler
sokak çocukları gibi eve gidemedim
en yakın sevgiyi görmeyen yürekler
karnemdeki notları sevemedim



parçaları eksik bir yapbozum ben
hiç yapmadın hep bozdun sen
ne desem yanlış anlaşılır tüm dillerde
olur ya aniden gelir, dinler de


dudaklarıma dikiş attın her öptüğünde
bir cerrah titizliğinde sevişlerin
itinayla parçalara ayırdın kalbimi
bir hırsız sessizliğinde gidişlerin


cehaleti saf huzuru okumamış aşklarımda
ölsem mis gibi kokar saçların bu gece
izin ver alayım can'ım sende olsa da
izin ver kendimi son kez öldüreyim bu gece



19 temmuz 2007


İlker Filiz

KABİR AZABI -I-

Bugün sırf sen benden gideceksin diye
Tüm damarlarımı trafiğe kapadım
Öldüm..
Öldüm..
Öldüm..
Sana yapılabilecek tüm alköllü suikast girişimleri için,
Binlerce kez.
Aslında en baştan bıraksaydım keşke
Sen daha kanıma girmeden
O anlamsız darbeyi başlattığın yerde,
Saat hüznü intihar geçe
Oracıkta öldüselerdi seni.
Sende kurtulsaydın, bende.
Şimdi burası yanlızlık, burası sensiz.
Durmadan birilerine isminle hitap ediyorum
O seni andı diyorlar
Ne kadar hoşuma gidiyor bilemezsin,
Hem artık azap melekleri bile biliyor seni.
Bu düştüğüm yer bi garip, takvim dahi yok
Pazartesi,..Salı,..
Yok!
Bir yıl veya oniki ayda yok mesala
Sen varsın
Ve bu sen, sonsuzluk çekiyor.
İşte böyle
Ateşmiş, yanmakmış yalan
Acıtmak var, sen varsın
Yoksun!
Kişye özel cehennemler.
Neyse
Ulusal pişmanlık günün kutlu olsun gözyaşım
Haaa , bide
Sen bilmezsin ya da umursamazsın
Ama yinede bilgin olsun
Burda bir yıl, sizde bir gün!
Ve ben o günde takılıp kalıyorum.


//perikardii

KABİR AZABI -II-


Sen görmezden gel..
Ben sana hep kalanlı bölündüm.
Her parçam sana tapan bir medeniyet,
Her paçam doğma büyüme yalnızlık.
Şimdi toplasan bir ben etmem
Kalanlarsa sen.
Yinede rahat ol,
Sonuçta ne yaparsan yap,
Göndere çekilecek yine sensin
Bu saçmasapanlığın anadili yalnızlık
Coğrafyası hüzün..
Birazda hazırlıklı ol ama
Bir kalpkırım gerekebilir artık
Sonra kim silebilirse tarihten bu lekeyi
Kim suçsuzluğunu ispatlarsa
Kim kandırabilirse seni sahte belgelerle
Senden vazgeçeceğim..

Kayboluyorum, bunu yapan sensin
Kutsal mekan yürüdüğün yer
Toprak oluyor ayak bastığın her yer.
Hatırlıyorumda
İlk ziyaret ettiğin yerdi kalbim
Ki sen daha iyi bilirsin
Kalbim senin için inşa edilmiş ilk mabed.
Ne plan ama
Ordan tüm vücuduma geçişin ne kolaydı,
Biranda..

Şimdi, ne kadar çok kör olmak istiyorum bilemezsin
Kör olsaydım diyorum
Kör olsaydım ve seslenen kim olursa olsun
Efendim deseydim
''EFENDİM''

//perikardii

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Kalbine İyi Bak !


kalbine iyi bak
büyüyünce onu sağlam bulamayabilirsin evlat !
yükselirken yukarı hayat denen olayın içinde
seni neyin bu kadar yükselttiğini anlamalısın evlat !

o yüzden kalbine iyi davran
o senin hayatını bağışlayacak !
sen ne kadar yalnız kalmak istesende seni bırakmayacak biliyorsun
''sen revolver'la beynini patlatana kadar yanındayım '' diye yazacak mezar taşına
sen bıkacaksın evlat !
bıkıp gidiceksen
siktirip gideceksin uçsuz bucaksızlıklara
yanına sadece ellerini alıcaksın ödünç olarak
başka kimseyi
başka hiçbirşeyi takmayacaksın peşine !
yalnız sen ve ellerin !

o yüzden kalbine iyi davran
sen onla hayatına bakacaksın !
yaşadıklarını çuvallara doldurup birgün atıcaksın haliç'in derin sularına
hiç bakmayacaksın ardına
hiç bakmamalısın evlat !
eğer bakarsan ' onu ' görüceğini biliyorsun
eğer bakarsan o an arkana
kendini onun yanında
haliçin soğuk sularında bulursun ayıktığında

kalbine iyi bak
o seni cehenneme uğurlayacak !
kimse kalmayacak yanında anlamalısın
' aşk ' denen meretin kaç paraya satıldığını öğreneceksin haliçin sularında
ama sonunda gideceğimiz yerde onada ihtiyacın olmayacak evlat !
orada seni bekleyen ebedi yalnızlığın olacak !
yanında baba yadigarı revolver'ın
sen cehennemde yanacaksın evlat !
bende yanacağım !
ben sana bunları öğretiyorum diye yanacağım evlat !
ben zaten öğrettiğim için hep yanıyorum
kalbime aşk'ı öğrettim ; yandım
gözlerime seni aşılamayı öğrettim ; yandım

ben hayata başlarken yandım evlat
en iyisi sen kendine yeni bir peygamber bul !



burak/dinçay

14 Mayıs 2010 Cuma


Daha uyanmamalıydık masallardan.Ne zaman bitti o eşsiz ormanlar, yollar? ne zaman ayrıldı yolları şehzade ile ipek kızın? ve ne zaman vazgeçti yakışıklı prens yüzyıl uyuyan güzeli uyandırmaktan? Ne zaman yoruldu aladdin lambasını ovmaktan? iyilik perileri, sevimli cinler şimdi neredeler? Daha uyanmamalıydık...Masallar hep o renkte ve aynı inandırıcılıkta kalmalıydı kalbimizde.Bir şey oldu, bir yerlerde.Büyüdük mü küstük mü birşeylere ne; inanmaz olduk masallara.Dinlemez olduk ve anlatmadık bir daha.Belki anlatılacak masalımız kalmadı, çabuk yordu hayat bizi.Oysa ne güzeldi küllerinden yeniden doğan Anka kuşu, Kaf dağının ardındaki o gizemli ülke, lal bir oba uşağı ile güzeller güzeli bey kızının başkaldıran sevdası.Nasıl özlüyoruz geçmişi...Neden özler ki insan? Hele birde mutsuz bir çocuksanız...Çocuktuk çünkü.İnanıyorduk.Köprüler geçmemiş, aldatmamış, aldatılmamış, bedeller ödememiş, ayrılık ve hasret mektupları okumamıştık.Ve dizlerimizi kanatmamıştı henüz hayat.İnanıyorduk, duruyduk, saftık, çocuktuk.Şimdi anlatacak bir masalımız bile yok, bir köşesine sığınacak...

İclal Aydın

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Narkoz Gibi Bir İhanet

Kırmızı şarap değil; narkoz gibi bir sevda damlıyor, şeffaf bir şarap kadehi olmuş dudaklarından! Ve narkoz gibi bir ihanet sunuyorsun bu gece bana… “10’a kadar say sevgilim” diyorsun; derin derin nefes al…”

bir:

Yeni bir metresle, eski bir aşka başlar gibi uyanıyorum artık her sabah ve duman duman gözlerimin önünden acı dolu bir karmaşa akıp gidiyor… Gözlerimden fışkıran hiddet ve öfke sanki bir katile saplanan pis bakışlar gibi saplanıyor içime!

iki:

Tek sıra dizilmiş de Eros’un pegasuslara binmiş süvarileri, uçlarına gözyaşından barutlar sürülmüş kan okları atar aşıkların gözbebeklerine…

Sokaklarda cirit atan huzursuzluk aşıkların avuçlarını kör bir jilet gibi kesmekte… İlikleri inim inim titreten gecenin matemi kim bilir daha kaç intihara gebe?

Haykırıyorum gece gece kudurmuş varlığına! Bırak bari İstanbul tanık olsun damarlarıma zerk ettiğin ızdıraba!

üç:

Bak, şu acının her açısını derece derece tavaf etmiş avuçlarıma bak! Şu hasretten tenime silinmez mürekkeplerle kazınan kedere bak! Şimdi hangi âlim yapar suskunluğumun tabirini?!

Gözbebeklerimden tebdil-i kıyafet dolaşan bir kıyamet olup süzülen şu mısralar, hangi kavmin günahıdır? Hangi cesur peygamber üstlenir uyarmayı artık, sesimde cirit atan kâfir zümreyi?!

dört:

Avuçlarımdaki acıya bak! Şimdi ben, nereye dökeyim bu acıyı? Hangi okyanusa boşaltsam, taşıyabilir bu sancıyı? Hangi yıldız şaşırmaz yörüngesini? Hangi kara delik çekebilir avuçlarımdaki kahrı?! Şimdi ben bu acıyı nereye dökeyim, nereye saçayım, gözbebeklerimin hazine arazilerine durmadan gecekondu mahalleleri kuran bu mafyavari kederi?

beş:

Gözlerimden fışkıran renkli dumanların önünde acılar sanki resmi geçit yapıyor… Öyle bir bakıyorsun ki; sanki gökyüzünde yeni bir yıldız doğuyor…

Kime baksam, sana benziyor! Öyle kötü bakıyorum ki insanlara kimin yüzüne baksam, beni deli sanıyor!

altı:

Yitirdim yüzünü ilmek ilmek… Önce anılar yitti birer birer sonra da kırık dökük sözcükler… Üç noktalar yitti sonra, yitti gitti,yitirilen uygarlıklar gibi şiirler…

yedi:

Gözbebeklerine çöreklenen yalan, sana Havva’dan, Havva’ya Âzâzil’den miras! Bakışlarında gün geçtikçe, gayri meşru bir çocuk gibi büyüyor ihanet!

sekiz:

Peri perdeleri ile örtüp yarım bırakılmış şiirlerin üstünü, içimde çıkarttığın tüm yangınları gözbebeklerimde söndürüyorum!

dokuz:

Kiramen Katibin meleklerim bile ilk kez şahit oluyorlar böyle bir çıldırışa! Parçalanıyor her an biraz daha sızlaya sızlaya Cahiliye Devri putları gibi, içime zamansız çöreklenen yalancı tanrıça!

on:

Ve şimdi bir küfür olup sızıveriyor adın dudaklarımdan sokaklara! Sabah erken uyanan insanlar, ilk kez tanık oluyorlar bir şairin intiharına!

Durma! Biraz daha ölüm ver bana, biraz daha intihar koy meze tabağıma! Yetmiyor kanıma karıştırdığın narkoz bu ihanete katlanmaya…


Rahmi Vidinlioğlu

11 Mayıs 2010 Salı

AŞK .............AŞK



Annesinden dayak yediği halde yine de "Anne" diye ağlayan bir çocuktur 'Aşk'..


Şevkat Yıldız

Kırmızı Hack !



Ne güzel çiçekler onlar öyle, odunluğunla adeta çelenkleşmiş!

Çok incesin teşekkür ederim. Oysa ben sadece bir baltaya sap olucağını

sanırdım nazik bedeninin. Yine şaşırtmayı başardın beni ya aşk olsun!

"Hiç mi kızarmaz yüzün ? Manda derisi derdi dimi eskiler ?

Hani aşındır aşındırabilirsen dedikleri..."

Sol yanımda bıraktığın boşluğa yamaladım sarf ettiğin sıfat tamlamalarını..

Lütfen! Bu sefer sıfatlar benden!

Zehirli dilin ne zaman bana aşktan bahseder oldu? Anladık dilinin kemiği yok!

Elimin hamuruyla olan işim bittiğinde ona da sıra gelecek..

"Sahileşme şimdi yalanlar bir saat uzatıldı!"



Şevkat Yıldız

9 Mayıs 2010 Pazar

Gül Yaprağı


Benim hiç sapanım olmadı anne,
Ne kuşları vurdum,
Ne de kimsenin camını kırdım...
Çok uslu bir çocuk değildim ama,
Seni hiç kırmadim, hep boynumu kırdım.
Ben hayatım boyunca
Bir tek kendimi vurdum!

Suskun görünsem de
Fırtınalı ve mağrurdum anne.
Bir mızrak gibi,
Aynada hep dik durdum anne!..
Ben sana hiç bir gün laf getirmedim,
Leke sürmedim.
Ama göğsümü çok hırpaladım,
Kalbimi çok yordum...
Ben hayatım boyunca, en çok kendimi sordum!

Benim hiç sevgilim olmadı anne,
Ne bir yuva kurdum,
Ne bir gün şansım güldü.
Öpemeden bir bebeğin gidişini,
Tükendi gitti çağım.
Kimi yürekten sevdiysem,
Yüreğini başkasına böldü.
Bir muhabbet kuşum vardı,
O da yalnızlıktan öldü.

Sen beni göğsünde
Hep acılarla mı soğurdun anne?
Yoksa evlat diye,
Koca bir taş mı doğurdun anne?
Eziyet degilim, zahmet değilim,
Musibet hiç değilim;
Bir senin mi balına sinek kondu, söylesene!
Doğurdun da beni,
Ne ile yoğurdun anne?

Benim hiç hayalim olmadı anne.
Ne seni rahat ettirdim,
Ne kendim ettim rahat...
Bir Mutluluk Fotoğrafı Bile Çektirmedi Bu Hayat!
Kaybolmuş bir anahtar kadar
Sahipsizim anne.
Ne omuzumda bir dost eli,
Ne saçımda bir şefkat.

Say ki yollardan akan,
Şu faydasız çamurdum anne.
Say ki ıslanmaktım, üşümektim,
Say ki yağmurdum anne!
Bunca yıldır gözyaşlarını,
Hangi denizlere sakladın?
Oy ben öleyim,
Sen Beni Ne Diye Doğurdun Anne?

-Alıntı-

kırdığın testilere oturtulacaksın bir gün..!


düşlerimin rotasını şaşırttın.
hiçbir baltaya sap olamamışken,
nasıl dünyanın hakimi gibi davranabilirsin ?
"sevmek" ve "tek" kelimeleri bu kadar yabancıyken sana ,
nasıl o iki başlı yılan diline yakıştırıp da seviyorum teksin diyebilirsin ?
yenen yemeği bile kusma ihtimalim varken,
şimdi ben seni nasıl ? nereye kusacağım ?
hiç mi kızarmaz yüzün ?
manda derisi derdi dimi eskiler ?
hani aşındır aşındırabilirsen dedikleri cinsten...
seni hangi hamama götürüp çitilemeli ?
pardon ! hangi marangozhanede zımparalamalıda arınasın lekelerinden ?
iki kelimeyi bi cümleye sığdıramayan zehirli dilin ,
ne zaman sıfat tamlamaları konusunda bu kadar usta oldu ?
bas bas istemiyorum dediğin birine nasıl 10 gnde köpek oldun ?
bir harem ağasıyla bir mi tutuyorsun kendini ?
unutma harem ağalarını da hadım ediyorlar !
sol yanımda bıraktığın acıyı hangi acı ölçerle ölçsem yüksek dozdan müebbet yerim ?
üzerinden geçmeye hazır olduğunu sandığın her dişi de biliyor ki,
sebzeyle sex olmuyor !
maç izlerken densizleşen biri gibi belden aşağı vurabilirim !!!
avazıma haddini bildirip kulaklarını tırmalayana kadar ,
yüzüne "aşağılık bir adam" olduğunu haykırabilirim !!!
daha kaç kere kulaklarını çekmeli ?
ulu orta ibreti alem kaç kez tek ayak üzerinde tutulmalı arsız bedenin ?
biraz ar namus barındırsın isterdim o lanetli gözlerin !
sana batırdığım iğneler haram,
kendime batırdığım çuvaldızlar yatağın olsun !

unutma su testisi su yolunda kırılır
kırdığın testilere oturtulacaksın bir gün !!!

B-H

7 Mayıs 2010 Cuma

2. Dereceden Hiç Tasavvurları

-I-
Hiç(kabuk bağlamış ateş teorisi ve çocuk sesi)
Üç harfin, son sesi delip geçer gözlerimi
Kimsenin ruhu değmez şakaklarıma
Düşmeli dillerden soysuz karanlığa…

—zar tutsanda bukez,
Sonsuzluğu düğümleyemezsin gözbebeklerime…

Yum gözünü,
Hayallerin açıkta kalmış,
İyi ört üstünü…

-II-
Hiç (toprak tasavvuru ve umulmaz kehanet…)
—Sur’a fitil gerek, kıyamete uzam…
Sefil delalet asırları söker sesimden,
Satır satır içime gömerim cinayetleri
(üşürüm…)
İliklerime kadar acırım…
—Öle… sim var çocuk

Hiç (fısıltı ve sıfır noktası)

Işıkları söndürme giderken,
Gözlerini kapatma!
Karanlığından korkuyorum...

Düş Şairi
Düşen Şair…

(kutsal mimoza)

Sus Payı

firar (bir ters yine ters örüldü sessizlik!)
bir of çekseydim uçuk saçılırdı dudaklara...
ah çocuk!
bilirim,
hiç bir zaman sökülmeyeceksin griden,
(renk cümbüşü;palavra)
uslu dur!
gökyüzün daha düşmedi dibime...
ellerin martılar uğruna gem vurmadı denizlere
gam yemeyip kirli hüzünler kustu şehir, üstümüze
devir sende çekinme
tüm o pinokyo repliklerini...
sür elmacık kemiklerime
yalanın küstah ve kaygan suretini...
İnandığım gün; derin bir çizik attı ruh, özüme
tefrid ve ifrad girdi birbirine
bir düş dönmesiydi etimize batan...
ve fıtratı çatlatıp, üstümüze keşmekeş yağdıran,
kulak delici siren sesleri...
ar duvarımızı yırtıp diktiler gözkapaklarımıza
ki kabullendik sessizliği
susuşlarımız sonsuz kadar uzundu sanki
ve bir kumarbaz edasıyla başladık kaybetmeye
ebedi parçamızı yitirmeye...

kutsal mimoza
(s.inal)