BLOGGER TEMPLATES AND TWITTER BACKGROUNDS »

27 Haziran 2009 Cumartesi

Sokakta

Buradayım:
Yüzyıl oldu.

Önümden geçen yol
tıkandı
çevremdeki bahçeler
daraldı
içimde yaşan insanlarazaldı:
Yalnızlaştım.

Buradayım:
Yüzyıl önce başladım
beklemeye.

Yavaş geçip gitme zamanı:
Dumanlar
isler, puslar
yağmurlar
sıcaklar, soğuklar
rüzgarlar
kemirdi her yanımı.

Tahtalarım birer birer çürüdü
boyalarım
parça parça döküldü
payandalarım
teker teker çöktü:
Yüzyıl oldu.

Yüzyıl önce:
Pırıl pırıl, yemyeşil
bahçem
bembeyaz, tertemiz
duvarlarım
cıvıl cıvıl, şen
odalarım
buradaydım.

Yaşıyordum -
yaşıyordu insanlarım.

Yüzyıl oldu:
Karanlık küf rengi
çevrem
kararmış, yıkık dökük
duvarlarım
kasvetli, kir-pas içinde
odalarım
buradayım.

Yaşamıyorum -
yaşamıyor insanlarım.

Buradayım.
Yüzyıl oldu.
Bekliyorum.

Yalnızım
burada.

Bekliyorum -
ilk çocuğun attığı
ilk taştan beri
bekliyorum.

Ne zaman gelecekler -
baltalarla, balyozlarla, keserlerle -

Yalnızım
burada
bekliyorum.

Ne zaman
gelecekler?

ORUÇ ARUOBA

Gündüz Yarasalarıyız Biz

neyiz ki biz?
ilk ışınları görününce güneşin,
kaparız tepenin gözkapaklarını
çam değiliz ki, kollarımız açık
ürpererek karşılayalım donuk ışığı.
gölgeler kısalınca çıkarız ortaya,
açıklıktır, aydınlıktır aradığımız,
parlaklıkta bulur gücünü görüşümüz.
tanımayız alacakaranlığı delen,
tepelerin arasından seçen bakışı.
kör olmuş ışıktan gözlerimiz.
gündüz yarasalarıyız biz.

geceyi düşleriz gündüzken,
geceyken de gündüzü,
yitirebileceklerimiz yitiktir
onlardan uzaktayken ama
özleriz, döneriz yeniden
yitirmeden
yitirebileceklerimizi
yitiremediklerimize.
yitirebilirdik, deriz;
ama yalnızca bir fiil çekimi bu
tutsaklıklara bağlamışız özgürlüğümüzü.
gündüz yarasalarıyız biz.

sağlamdır düşünce temellerimiz,
ama altlarında kist vardır, sonra kum
dururuz gerçi, sapasağlam, kalın
taştan duvarlarımızla, dimdik
ayakta; ama biraz su, bir sızıntı
kaydırır temellerimizi hemen.
duyarız yerçekimini hemen,titreriz.
sımsıkı, gerginbağlar vardır
düşüncelerimizi ayakta tutan, ama,
ya temelsizse temeli
bütün bu bağları
bağlayan
bağın?
bağlantısızca bağlarız bağlarımızı.
gündüz yarasalarıyız biz.

yapacaklarımız vardır kocaman,
kocaman başarılar, yüce çağrılar; ama,
tutmadığımız bir eldedir aklımız,
bir son selamda, biz aceledeyken gönderilen--
nedir ki acelemiz, niyedir ki?
camın boşluğunu arayan kocaman
pervaneler gibi, kanat çırpan
ışığa ulaşmak için
çırpınan, camı kıracakmış gibi--
düşmanımızdır oysa ışık bizim,
kanatlarımızı yakan, kavuran--
aradığımız --ışıkta-- nedir ki?
ışıktan gelir ölümümüz.
gündüz yarasalarıyız biz.

hep bir dimdik, dümdüz dürüstlüktür duyduğumuz,
ama bir kuşku kurdu kıvır kıvır kemirir köklerimizi--
nasıl da kolaydır yalanlarımız, uydurmalarımız,
nasıl da rahat. iç sızlaması nedir bilmeyiz;
başedilemez gerçeklerimiz hazırdır çünkü hep--
kozasında mışıl mışıl kanat takınır tırtılımız,
sindire sindire yapraklarımızda açtığı delikleri.
övünürüz delik deşik, bölük pörçükyeşilliğimizle --
yenmiş bitmiştir oysa
büyüme noktalarımız,
su çekmez artık
kök uçlarımız, dökülüp gitmiştir
taç yapraklarımız artık.
nasıl da yabancı topraktan baş uzatmış taze fide bize.
gündüz yarasalarıyız biz.

bir görsek andığımız yüzü,tanır mıyız? --
tanır mıyızsevdiğimizi, bilir miyiz neydi--
sevdik mi, seviyor muyuz?
yürüyüşü, saçının dökülüşü--
anımsar mıyız, anımsıyor muyuz?
bir anıdan başka nedir ki sevgimiz?
gündüz yarasalarıyız biz.

koy başını omuzuma yine.
aldırma, söylenmeden kalsın
düşünülmedikler, bilinmedikler --
bırakunutulsun geridekiler,
özlensin ileridekiler --
bırak
yansısın camda donuk ışık,
usulca ışıldarken
sabah, aydınlanırken uçup geçen yeşillik.
gel -- uyuyalım güneş görününce,
aşınca tepeyi göz kamaştırıcı ışık.
uyanacağız nasılsa, dikelmeden ışınlar,
dümdüz, aklaştırıcı olacak yeniden bakışımız.
ama şimdi --
sanki sevdalı gibiyiz şimdi,
sanki karanlıkta sezinledik aydınlığın başladığı yeri--
şimdi kurduk sanki geceyi gündüzle,
şimdi kuruttuk sanki gündüzü geceyle--
aydınlığın karanlığında görür gözlerimiz.
gündüz yarasalarıyız biz.

ORUÇ ARUOBA

26 Haziran 2009 Cuma

Bana Bir Cevap Ver

Bana kalbini ver.
Avuçlarımda tutacağım mayınların yerine.
Acele giden gece zamanlarında çarpacağım bir duvar emniyetinde gülüşünü ver bana.
Düşerken dibe, soluklanacağım ama asla tutmayacağım ellerini ver bana.
Tercüme edilmemiş öfkeler seyrelsin ömründe.
Yüksek sesler alçakça dinlenir.
Bana usul sessizliğini ver.

Lütuflar karşılık ve karışıklık için sunuluyor hayatın asil isimlerince.
Adının anlamını ver bana.
Telaffuzunda özlemlerin dindiği adını ver bana.

Başkaları, bu aşkı oyalamak için var olur.
Ne kadar durdururlarsa nefesini, o kadar hızlanırlar.
Bana kendini ver.
Her şeyden ayıkladığın kendini…
En iyi ölüm berbat bir yaşamın kıyısında bekler.
Seninle gerçeklerin intizamlı duruşunda yalanlar yumağını çözmek için varım.
Bana gücünü ver.
Yaralar değil canı yakan.
İzin tendeki çirkinliği ve merhemin kabadayı yardımseverliği…
Yaralarını göster ve bana izlerini ver.

Günün bütün aynaları beni gösterdi aksinde.
Baktıkça seni gördüm.
Bana var oluşunun sırrını ver.
Günbatımlarında gözümün değdiği yerlere kurul.
Senden olma güneşlere kamaşsın bakışım.
Bana zamanını ver.

Atlardan daha hızlı koş oraya.
Soluk soluğa kaldıkça koş…
Yarını ertelediğim geçmişin geçmezliğine inat, vaktinde yetişmek için bana, bir kez olsun yok et geç kalışını ve durmadan koş oraya.
Bana verdiklerinle bekliyorum seni.
Düşsüz ve sonuna kadar gerçekli bir aşkın içinde…
Kuşlara takılmasın ayakların.
Takatini zorla ve koş…
Oraya… Kent soysuzlarının, aşk eşkıyalarının, gurur kırmak için hendek kazanların, dokunuşun esrarından acizlerin, kontrol edilmeyen sevilerin, intiharla harlanmayan yaşamların olmadığı oraya… Koş…

Ben bütün gemileri uğurladım. Gitmeyeceğim.
İçilmiş yeminleri kustum şehrin meydanına.
Yıldız sağanağına bağır açmış bir yeryüzündeyim.
Yazılmış sözleri susuyorum.
Konuşarak, yazılmamışları siliyorum.
Bana hecelerini ver.
Yarım kalan öykülerimin noktası olmaktan vazgeç.
Bana başlangıçlara yeter hevesini ver.

’Susacak var’ edilen bir yemin, sözle tutulamayan.
Bana yüzünden çizgiler ver, gülüşünle belirginleşen ve hiçbir gamzeye yer açmayan.

Suya yazılmaktan kurudu kelimeler…
Bana bir cevap ver!

KAHRAMAN TAZEOĞLU

24 Haziran 2009 Çarşamba

Bir Garip Sevda Dilekçesi

Şerhi konmuş ayrılık nüshasının altında
Mühür gibi dururdu tenimi öpen kırmızı rujlu dudakların
Üstün başın siyah...

Bedenini koydum başucuma ve soydum
Düşerin çırılçıplak
Duma duran bir aşk

Gözlerinin sevda makamına yazılmış dilekçesinin
Ekinde saklı duruyor dizeler

Yedi karakter boş bırak ve büyük harflerle bak bana

Bir çocuğun yanaklarının rafındaki makasla
Kesiyorum şiir kumaşını
Ve elbiseler biçiyorum sana
Dize yamıyorum teninin restore edilmiş surlarına
Ama hala neden çıplak göğüslerinin uç boyları
Dişlerimin akıncılarında

Beni arşivle ve kapat dosyamın kapağını
Gözlerine çektiğin sürme kalemiyle
Bir şeyler karala
Name: aşk
First name: özlem
Koy yüreğinin düşlerde ilk kurtarılacak dolabına

Fihristimdeki rakamların saçlarını tara
Dökülen beyaz telleri çevir
Santral beni bir yerlere bağla
Bir yüreğe mesela

Dipnot üstü bir paragraf girintisinde buluşalım mı
Önsöz mahallesinin
İthaf apartmanında
Sevgilerimle numarasında

Şerhi konuşmuş şehirlerden
Reddiye türkülerini cımbızla ayıklarken
Sun saçlarını avuçlarıma
Çünkü saçların reddiyesidir sahte başların birazda

Başlık ne kadar uyumsuz kalacak
Parmak uçlarının divitliğinde
Hadi bir başlık düşün
Tenimdeki satır aralarına

Belki çok anlamsız ama
Toplamak için artık tenimdeki çocukluğumu
Beni omuzlarımdan tutup ırgala


Sevgilerimle arz ederim....

Fatih Akça

Ben Susarım Lola Dillenir

I.

Bu sayfanın kuru kalemlerle çizilmiş kenar süsüsün Lola..

Kedi merdivende
Mutfakta ay ışığının bilediği bir bıçak
Keskin sirke ve sirke tarafından çürütülen küp
Karesi alınmış rutin ev hali
Pijama terlik ve uzaktan kumanda
Unuttun yine perdeleri yıkamayı

Lola Böyle bir akşamdı belki ilk gördüğümde seni

II.

Ben kendime kaçıyordum
Lola Bozdurup bozdurup harcıyordum düşlerimi
Ve düşüyordum surların önünde
Sırtımda ucu sivriltilmiş ayrılık cümlesi başlı oklar
Ve şahlanmış Azrail atının toynağı yüzümü işgal ederken
Kan kaybederek ölüyordu içimdeki son lejyoner

III.

Saatteki guguk kuşuyla konuştun mu hiç Lola
Her merhabasında bir saat daha eskiyorduk
İkimizde Lola ikimizde

Ben düşlerimde sen kendinde es işaretiydin
Çok melodili dram senfonilerimizde
Alkışlarıyla öldük sahte kompozisyon insanlarının

Oysa Lola
Ben bir serenat olmak isterdim
Dizlerime dişiliğinden oyulmuş gitar gibi yatırıp seni
Saçının tellerinde şarkılarımı söylemek isterdim

IV .

Lola bir su ol şimdi
Lola bir kanat ol
Lola bir kitabın meşin kapağı ol
Yaldızlı harflerle anlat kendini
Önsözünün koridorlarında gezinen bir şairsem şimdi
Bir paragrafta kıstır beni

V.

Lola...
Gözlerinden akan bir damla yaş bile
Düşüyor okyanustan daha ağır bir hacimle
Kurak iç toprağıma

Ve çelmelenmişim dizlerim kanıyor
Ben durmadan doğruluyorum her şiirimde
Çünkü hala avucumda kuşların sesi duruyor
Lola Sana getiriyorum ürkek dallarına bırakmak için

VI.
Lola...
Seni düşlüyorum tırnak uçlarım kayıkları yalıyor
Diz boyu yağıyor kan ve kanıyor bulutlar
Taşı sıksam şimdi suyu sen akar Lola

Ve ben saatleri sana ayarlıyorum
Senin gelme saatinle uğurluyorum trenlerimi

Geldin mi Lola yanlızlığımın müzik kutusunu açmaya


Hoş geldin

Fatih Akça

Şifonyer Düş Eskisi

1.

ertesi düş boğazında şifoniyer makarasıdır
sarıldıkça ipin firari gülüşlerinde

tırnak içine alma sığmaz hiçbir aşk i
ki defa basılan karakter aralığında
belki bir üç nokta...
dahası kavak ve su arasında saklı
hışırtısında kent gizleri
yaralarını tuzlada kokmasın
kan tuza eğilmez çünkü

2.

durumu katle vacip olan şekle aldanıp
çıkılan bütün yolculuklar
bilinmezliğin türküleriyle sürerler
çünkü artık denklemler çözülmeye muhtaç yalvarandır
dik bakışlı açıların kaynayan sularında

yıkama fanilalar ucuz ve çekiyorlar kendilerine

düğmeleri kopuk

3.

ertelenmiş bütün randevularda bir bekleyen olarak kalacaktır
en erken gidip en çok isteyen
ve ağzının geminde azıya alınan sigara
en hakiki küfre yol verecektir gelmeyenin sülalesine

ki “geldim yoktun çağırmaya kıyamadım”
ama bir taraf ekilecek mutlak gelmeyenin mazeret tohumlarında

demek bir deniz dalgasında vurulan balıklar kadar değil martılar
ya hep beklenilmiş olarak kalacak olan

4.

bulaştırılmış kitap kapaklarında etiket fiyatlarının
korsanlığında meydan okuyor gibi dururken hayatın
es duraklarında

bekleme o otobüs hiç uğramaz o duraklara
ve bilet satan büfeler kepenk vaziyetinde

önce ayraçlarıma ağladım sonra bayram sabahlarına
birkaç damla kadar dokunaklı değildi mektuplaşmak
ranzanın konforsuz susuşlarında ,

5.

bağladım ipin uçlarına şifoniyer sızlanışları
monologlar kadar sürdüm yüzümü camlarına otobüslerin
düdüğünü çalınca trenler gitmelerden vazgeçtim
kendime kaldım bütün pazarlar

artık sana yöneliyor bütün yol gösteren levhalar

Fatih Akça

23 Haziran 2009 Salı

Ağıt

Oğlum;

Sana bu mektubu bizim cehennemden yazıyorum
Bir yaşıma daha gireceğim neredeyse
Tabii bundan haberin yok senin
Kronometreye erken bastığın için
Beni hep yakışıklı hatırlayacaksın
Bizi bırakıp gittiğin yerde
Eski güzel günleri düşünüp hayıflanacaksın

Ama DUR!

Sen hatırlıyor musun beni?
Peki sen herhangi bir şeyi hatırlıyor musun?
Ben yirmiydim tanıştığımızda
Sen beni en son otuzbeşimde gördün İstanbul'da
Sonra sen Kaş'ta öldün
O akşam aynı anda geldik Antalya'ya
Sen beni görmedin, ben sana bakıyorken
Ben sana öyle dikkatli baktım ki oğlum ayrılırken
Sen iyi ki görmedin beni

Yoksa gözgöze gelir gülerdik, eskisi gibi

Olmadık bir yerde gülerdik ya hani?
Öyle olurdu yine
Gözlerimizi kaçırırdık ciddiyeti bozmamak için
Hani sahnede olduğu gibi.
Sen ağlarken bakamazdım sana
Sinirimi bozardın, gülerdim
Çünkü sen her boktan şikayet ederdin oğlum
Öyle çok şikayet ederdin ki
Sonunda sıkılır gülerdim
Sonra sen de sıkılırdın kendinden
Başkası gibi olmak isterdin
Mutlu olan bir başkası gibi
Dert etmeyen biri
Hani, benim gibi biri

Birşey diyeyim mi sana oğlum?
Şimdi dönsen buralara
Ne gidilecek bir yol
Ne uğruna ölünecek bir kadın
Herneyse...
Ama kadınları çok dert ederdin sen
Ama onlar seni severdi oğlum
Ama sen çok ağlardın onlar için
Sevemezdin kendini bir türlü
Onlar seni çok sevse de
Senin gibi olmak istemezdim o zaman
Daha çok sevin beni!
Daha çok gülün bana!
Beni daha çok isteyin!
Daha çok!
Ama seni en çok ben...

Birşey diyeyim mi sana oğlum?
Şimdi dönsen buralara
Ne gidilecek bir yol
Ne uğruna ölünecek bir kadın
Ne de sabaha kadar konuşarak sana vaadettiklerim

Kandırdım seni oğlum
Parayı dert etme diye
Yok öyle birşey,
başarısızlık diye
İlla da başkası olmaya çalışma salak gib
iBir kadın için ölme diye

Kandırdım

Artık umrunda değil mi bunlar?
Artık bozulmuyor musun bu işlere?
Aşkın da bir önemi kalmadı mı yoksa?
O kadın için ölmez misin bir daha?
Ne var, bir kere daha ölsen?
Değmez mi o kadın buna?

Hani, hani değerdi?

Çıplak ayaklarıyla yürürken mezarının üstünde
Keyiflenmeyecek misin toprağın beş karış altında?
Öyle de oldu zaten, vasiyet ettiğin gibi
Çıplak ayaklı kıza

Bıraktın değil mi oğlum?
Bıraktın, gittin
Peki!
Ama ben buradayım hala
Ben devam ediyorum
Peki sen bakıyor musun bana oradan?
Gülüyor musun bana?
Sanıyor musun ben aynı şarkıyı söylüyorum?

Beni daha çok sevin!
Bana daha çok gülün!
Daha da çok isteyin beni!
Beni daha çok özleyin!

Ama seni...
Seni en çok ben, ben!

Hayır ben çok değiştim oğlum
Bir başkası değilim artık
Vazgeçtim maymunların dünyasından
Bıraktım alkışları, istemiyorum kahkahaları
İstemiyorum bir aptal gibi yaşlanmak

İşte belki de bu yüzden
Seni en çok ben...
En çok ben özlüyorum!

BENİM

ÖLÜ

ARKADAŞIM!...


Okan Bayülgen

Özlemlerimi Islak Bir Kaldırımda Bıraktım Ben...

Özlemlerimi ıslak bir kaldırımda bıraktım ben. Ruhumun çatlamış tenine küçük bir çocuğun mutluluğunu sızdırdım, bulanık diplerimden önce.. Gözlerimi kapatıp eksenin eğikliğine dünyanın, çirkinliklerin siyahta kayboluşunu izledim sessizce. Dönmeyecek bir nefesin rüzgarıydı ürperten tenimi. Geri gelmeyecek eski bir düşün matemi... Gidiyordun, ya da gidiyordu ya bir şeyler.. Hayır giden sen değildin. Gidiyordum ya ben kendimden, neden kafeslere sıkışıp kalmıştı yüreğim böyle ve neden gölgem rahat bırakmıyordu ellerimi? Tutamıyordum mavi düşlerimi... 'NEDEN' leri çıkarabilir mi insan hayatından? Senin beni çıkardığın gibi mesela?.. Ama çıkmak, gelip te dönmek demek. Sen bana gelmiş miydin hiç, benim sana beni bırakıp gitmemle? En bulanık nedenin bile olamamıştım senin.. Hayır! 'NEDEN' ler çıkmasın hayatımdan. Ne anlamı kalır ki o zaman hayata sunduğum ya da kendimi avuttuğum cevaplarımın?

Islak kalsın kaldırımlar. Ama bir gülün sevilişine engel olmasın taşlar. Gözlerimi kapatın lütfen ve açmayın mümkünse kıyamet kopana dek.. Neden herşey dokunabildiğim ve görebildiğimden ibaretmiş gibi davranıyor insanlar? Neden aralarında 'aşk' varmış gibi yapıyorlar? İnsancıl bir tavır göremiyorum dokunuşlarında... Her şey kuralına göre oynanıyor da, ben yanlış bir sahnede miyim yoksa(?)

Düşlerimin ulaşılmaz yanını, yani henüz serilmemiş kaldırımlara, yerçekimine girmeden parçalanmış yığınlarını bir yağmur damlası gibi çatlamış ruhuma sunmak istiyorum şimdi. Bana dokunmadan bana sızamaz mı acaba? Hayır ben bile dokunmamalıyım onlara, masum değil bu ten maddenin yularında. Ama sızması gerek sınırın adını koyamadığım içimdeki kara deliklere.. Siyahta çirkinlikler kayboluyor aniden ve sessizce! Öyleyse nerde güzel yanı içimin?? Bir yol bir ışık ya da bir yağmur kokusu... Beni aşkın yollarına götürün lütfen... Kara deliklerinde yok edin ruhumu; yok olmak var olmak değilse, var mı sanıyorsun sanki şu an kendini -ayağında gölgelerle-?

Mavi bir benek kalırsa ellerimde.. Tutarken kanattığım cılız bir düşün dalıdır belki. Ya da hiç tutamadığım umudun pençesi dizlerimde... Dermanım yok. Bırak beni. NE anlamı var ki cevaplarımın; senin bulanık olmayan şekillere, harflere, notalara sığdırıp adını koyduğun 'NEDEN' lerine? Oysa bulanıklık olmalı benim gözlerimde. Sen gitmelisin ve buğusu kalmalı camda gözyaşlarımın! Hayır ben gitmeliyim kendimden ve sen bulanık olmayan kendini izlemelisin..

Yazacak bir söz bulduğumda,ya da mavi bir benek ellerimde.. Ve bir çocuk ağlar ruhumun kara deliklerinde kaldırıma oturnuş ıslak saçlarıyla ve ıslak elleriyle... Ağır bir gece yolcusunu bekler 'bana' geri dönecek düşlerimden. Evet! ya da mavi bir benek bulduğumda ellerimde ve ellerimle.

Siyah Beyaz Hayatların Gri Arka Planları

İnsanlığın başladığı ilk vakitlerden,mağaralardan,Adem ile Havva'lardan bu yana süre gelmiş aşk. Her şey bir elmayla başlamış. Ve hazımsızlıklarla sona ermiş. Yahut aksine sindirime yardımcı olmuş. Yüz binlerce aşık, bir anda sanatçı oluvermiş. Aşkın ne olduğunu anlatmaya çalışmış. Halt etmiş. Bir b.k becerememiş. Hakkında ne söylersen söyle, sonu gelmeyeceğini kavrayamamış, aşk ile ızdırap ile karala babam karala, işi çığırından çıkarmış. Bir mutlu olmuş. Bir mutsuz olmuş. Bir delirmiş. Bir dahi olmuş. Onsuz olamamış. Onunla da edememiş. Yaprak saymış. Seviyor demiş. Sevmiyor demiş. Fallara inanmış. Veya saçma bularak, kendisini felsefeye vermiş. Yine bir b.k becerememiş. Bir varmış. Bir yokmuş. Ve her şey bir elma ile başlamış!...





Her şeyi kondurmuştu da
Çektiği ilk ve son uzun metraj filmin
Siyah ve beyaz fonlarına,
Gökkuşağına gücü yetmemişti…

Yoldan çıkmaya meyilli zihninin kayboluşlarının zırhı halihazırdaydı nasılsa,
hiçbir şey yolunda gitmiyordu ki,
Bir defacık da o yoldan çıkmıştı,
büyütecek ne vardı,
Hala ağzındaydı cezbeden kekremsi tadın kırıntıları…

Ne diye kovulmuştu güzelim bahçeden şimdi,
Yaşamayı bir kenara bırak, nasıl ölecekti…
Ona hibe edilmiş değerleri nasıl paylaştıracaktı...
Önemsedikleri ne kadar ederdi,
Önemsemedikleri kaç paraya giderdi?

Çıktığı noktaya geri dönmesini gemilerin,
Neden sevinçle karşılardı ki diğerleri…
Çok mu iyiydi bir çıkmaz sokağı paylaşmak milyonlarca zanlıyla..

Neden uzak gezegenleri severlerdi…
Gidemedikleri hakkında hayaller kurup,
Kimisi ömrünü Onları seyretmeye adardı…
Oysa geldikleri yer hepsinden güzeldi,
Ve onlar hiç oradan konuşmazlardı.…..

Çok rahatsızdı bulunduğu yer,
Gerindi,Bir daha, bir daha…
Ohh ya dünya varmış dedi…
gayri ihtiyar-i
Gerçekten vardı.....

Bir ağlama sesi duydu
Sanki, çok yakındı…
Ama bu ses,
Bu ses içindendi,
Bu ses ağız boşluğundandı,anlamsız

Dünyaya ilk tanışıklığı poposuna inen bi şaplaktı,
Ve ağlamasına gülen diğerleri…
Baş aşağı tuttuklarında,
Havayı içine alan her vücut deliğinden aktı hatıraları..‘
Gel, gel’ diye yinelenen seslerin susması için elinden gelen tek şeyi yaptığında,
İlk adımını attığında,
Arkasında bıraktığı son adımını da unutmuştu…

Sonra alıştı o da…
Diğerleri oldu…
Değerleri oldu,
Ucuza gitti kimi,değmez dedirtti bir diğeri…

Geçmeyen anları,birbirini kovalayan yılları devirdi.
Artık,
Seviyordu önce dumanının görmeyi gemilerin,
Kayan yıldızlara fısıldıyordu sırlarını gözlerinden..
Anlamakta zorlandığı ,yalnızca
Siyah beyaz hayatların gri arka planlarıydı……...

Hazırdı artık…
Kanına karışan bir ısırıklık yoldan çıkışın son kırıntıları da terketmişti bedenini.
Bir kapak kapandı yüzüne,
O ağlamadı,Kimse de gülmedi.…...

Sesime papatyalar fısılda, polenlerinde boğulsun...
Kelebek çığlıkları yırtsın gözlerimin perdesini…
Mor leylak kokulu danslarla terketsin yuvalarını saçlarım..
Geldiği yere dönsün bedenim
Çürüsün,yeşilliklere hayat vermeye…
Yıkılsın çıkmaz sokak duvarları
Bulutlar ağlasın güneşi söndürmeye,
Sonra küsen güneşe renkler hediye etsin damlalar,
Gökkuşağı doğsun…
Gökkuşağı olsun…

Bir yasak elma bu kadar pahalıya mal olmamalıydı.

İçimi Çizip Giden

ağır ve ağrılı göğüs kafesi
gel düşür gözden içimi çizip
gideni
sevda suçu hükmüne kırılan kalem derki;
"konfeti gibi başka yastıkta dağılsın saçları"
cenaze şöleni,
aşksız film,
aşksız hikaye,
aşksızlık kadar yalnızlık yok,
kilit üstüne kilit
dişlenmiş dudaklarımı
avuç içinde sımsıkı tut
hallaç gibi
dağılmasın öfkem
tek kelime söyleme
taş gibi
musalla gibi
bir kadının ellerinden tut
değiştiğin tüm güzelliği
mor bir sevda ile
yatağı,
yorganı da yut...
ELÇİN ORHAN

Hamle Yap Ya İmge

1.

oyasında pembe renkli iplik düşleri bir yazma
bileğimde güftesi eritilmiş bir şarkının kalıbı
makamı kendine paspallık aşıran dilenci misali
arıyor kaybettiği günlerindeki melodisini
dilenciler kadar fahişelerinde resimleri vardır
ağız dolusu kırmızı ruj gülmesi kadrajda
ilk günahımı hatırlamayacak kadar çok yaşadımdimi

2.

direngen eyvanların derdi çilingirlerin gizin
deperdeler raks oynaşı
peyzaj makyajlı ve doğal gelmiyor içsel acıların toplandığı
kahve önü ahşap sandalye makaraları
ben bir acının yükleneni olsaydım beyan edilen
yüksek rakamlı düş tebliğlerinin sırtında
zaman kırbaçtan bozulma kurşuni bir ayaklanma olurdu
ilk gece söylencesinde vurulan
sahileşme şimdi yalanlar bir saat uzatıldı
artık kışlar gibi yazlarda bol nikotin sayıklaması ve aksis
edalı çamur yollarında sürgün ayakkabıları
bastığında her ses benim çocukluğumdur gayrı
ikram edildi ömrüm geniş salonlu davetlerde
ortasına kürdan saplanmış kanepelerde
çalınan kokteyl müzikalinin sahteliğinde
kapıda karşıladılar ve iki yudum sevişme kadehiyle
önce benim ömrümü yediler
usta çok sevişme az insanlık çek self servis günlerime

3.

doğru bilinen yanlışları işaretledim cevap kağıtlarında
adımın dışında bildiğim bir şey yok kayıplarımın atlaslarında
anahtarlık gibi sallanınca rüzgarda baş aşağı
aradığım geçmişimde bir düş yazgısı
bulduğum karalama defterime yakışan özlem kaplığı
ilk elendiğinde alnıma düşen yazgı kelepir yaşadım bütün aşklarımı
satsam bir kilo rakı etmez her birinin hatıraları
yarım dublede bu gece beni eskitmez
acımı yedirdiğim bütün sokaklar pastel renkli kaldı
-yinemi o hazin şarkı-

4.

gömdüler bu sabah taksiratını affettiğim bütün şiirlerimi
sigara jelatininden ağzıma dikildi kefenleri
dökme küllerini mezar taşlarına...
döndüğüm bütün iklimlerde yüze kapanmış telefon numaraları
çevirsem mutlak bir ayrılık şarkısıyla çalacak naralarıyada
sen kapa sevda tarifesinde ayrılık çok yazıyor
matbaaya basıma verilmiş davetiyelerin ardından yürüyorum
el yordamıyla karanlık indirilmiş gölgelerde kadife sargısı terim
oysa ben annemin sandığında gömülü bir saten geceliktim
boncuktan kemerler yapılsaydı su kemerlerinin yerine
tarih benden yana düşerdi hilkat betimlemelerde
London hangi intihar süsündeysen “demir ökçe”sisin gençliğimin
şifonyerde boğazlandı kazaklarım geçmişime saydım ağlamadımdimi

fatih AKÇA

Gitsem

Gitsem…
Uyumanın soluğunda geçen, kaçışları yüklenerek…
Bir ev buldum desem,
bir dantel…
Kocaman bir su buharı üstünde,
Avuç kadar bulutun, dibini içsem…
Bir sen buldum desem,
bir de gölgemi,”sen kıyısı”nda yalpalayarak yürüyen…
Gitsem de,
uzağı göstersem yer zamirlerine.
Uzağına yerleştikçe görülse
kimi küçük şeyler.
Ya da beni gösterse bütün uzak adresler…
Bir anlamı varsa bu vakitten sonra,
Anlamadan dinlerim ,
dinlemeden anlamak yerine.
Giyindim duamı, kıyılar çekmesin beni kendine.
Süzdüm yuvaları, karga eskisinden bir yamayla…
Böyle uzanılır mı uzağa, yoksa uzatılır mı ara?
Gitsem, bu sefer kalmaya…
Ne kadar durur üstümde yaşam kefeni?
İçime çektiğim mi bana kalan, yoksa;
Kül tablasına biriktirdiğim mi?
Korkularımın duvağına serpilmek üzere…
İşte tamda bu aralıklardan sızan,
Köklü bir doğrunun doğurduğu,
Ve içine gitme adına ne varsa koyulduğu yalan,
Gelip oturur dilime,
Susmaya doğru battığım, ağırlığından…
Dürüst bir siluetin göbeğinde uyur kalır böylece,
Gören zararsız sanır,
oysa açtığı oyuğu,
Kapatma telaşıdır bana kalan…

Ellerimizin Hafızası Var

Emeğimin alın terimin simgesi,
demirin pasın, örsün çekicin,nasırlı izleri
her hak kavgamda, her halk kavgamda
sımsıkı sıkılmış yumruğumun
gökyüzünü delen zafer işareti
direncimin inancımın
kavgalarımın direnç sembolu
Ellerimin hafızası var

Merhaba derken dosta uzanan
yediğim her lokmayı taşıyan
yarimin yolunu beklerken camlarda,
başımı yasladığım maharetimi
ustalığımı zanaatımı sevgimi işlediğim
Ellerimin hafızası var…


ellerinin dilini seviyorum
yaşam kavgasında
taa bulutlardan çekip alırken
ekmeğini silerken
hiç kurumayan alın terini
dünyanın tüm acılarını duyarken
suskularının arkasında gizlerken
yaşanmamış çocukluğunu ve gençliğini
tükenmeyen bir kaynak gibi veren
çamurların arasında bir çiy damlasınca
tertemiz yüzüne gözlerine bakarken
hiç sorgulamadan
öylesine ve çözerken
yüreğinin dilini dilinin
ellerini seviyorum

Çeker Gibi Bakma Hançeri Kınından

Çeker gibi bakma hançeri kından,
Seninde canını yakan bulunur
Senin de bir zalim gelir hakkından,
Sana da bir kurşun sıkan bulunur

Aşkımın ahıyle tutulur yakan
Alıcıkuş kadar sürmez fiyakan
Senin de gözünü yaşlı bırakan
Senin de boynunu büken bulunur

Merhamet olmazsa kalp kiracında
Tahtın da kurtaramaz seni tacın da
Bir kara sevdanın darağacında
Senin de ipini çeken bulunur

CEMAL SAFİ

Viyana Ve Sen

Gözyaşımı mürekkep
Kalbimi kağıt yapıp
Tarihe yazacağım sevdamı,
İşitin dostlar,işitin cümle alem
İşte bu benim sevdamdır.
Sevdama,
gözyaşım ve tarih
Şahit olacak.
Osmanlı gibi sevdim.
Tek kanunun sevgi olduğu,
Yürek devletini kurdum.
Osmanlı gibi sardım,
üç kıtayı
Kuşandım sevgiyi,
saygıyı ve inancı.
İstanbul,Bağdat,Kahire,Belgrad,Şam...
Osmanlı için neyse,
Sevgi,saygı ve inanç,
Benim için aynı şeydir.
Osmanlı Viyanayı ne kadar istediyse
Ben de seni o kadar istedim.
Fethin durağı;
Viyana ve SEN
Osmanlı gibi çöktüm,
Yenildim sana.
Yalnızlık,keder,ayrılık...
Ey sevgili duy beni:
'senden bana kalan
bol gözyaşı
ve
uzun bir bekleyiş'.

Ve Büyük Aşklar Büyük İspatlarla Sınanır

İsmail'i kesemeyen bıçak bizim kalbimizi kolayca kanatıyor.....
Gögüs kafesi ağrımadan nasıl dua eder
insan hu zikri düşünce dile yenileniyor insan belkide
her hüzünlü duadan sonra iç çekişlerimiz ondan
Bulanık zihnim
Çengelli saçlarımdan damlar kan hücreleri
Bir bitiş sancısı
içimde kıvrılıp yatan ince bir sızışın şimdilerde
Nedenini bilmeden ağladığım .....
Kendimi kaçırmaya çalıştım içimi kemiren yüzlerce kendimden kaçıyordum
Düşüm bitince
Gitmendeki sır neydi ki hangi boz ceylanı bulmaktı
Defalarca sana geliyorum
Orda bırakmak istiyorum dur gelme yalvarırım gelme,
Ve yine
Bir mum gibi eriyip yine kendi içime akıyorum ...
Yaşam yaşadıklarımızdan üzerimize sarıdığımız bir top kumaş
Acıdıkça tenin içindeki can kafesleri yakıyor YA RABBİ ! bir bir içimi
Oysa nasıl dayanmış Hz.İbrahim acıya
O ne aşk YARABİ !
Duyduğun Dostuna
Kurtar teni ruhu azabından,
Aşkı kalıcı kılan acının duraklarıdır.
Bu yüzdendir demlenip bir gömlek atlamak,
Acılarla anlamını bulur yaşanan bütün aşklar
Ve azap en güzel adı olur lezzetin
Ben artık hatırlamıyacağın başka bir rengim...
Bu yazılarım Çaresizliğim Ya Evvel Ya Ahir

Unutmak

unutmak diye birşey yoktur
sevdiysen seversin birini
uzak durursun,uzak kalırsın,uzak
unutmak diye birşey yoktur

başın alıp nere gitsen
içinde taşırsın hep o sızıyı
özlersin hem de nasıl
unutmak diye birşey yoktur

herkes unuttuğunu sanır
sen yanıp tutuşursun bunalımlarda
yalnızca acı vardır ayrılıklarda
unutmak diye birşey yoktur

adın dilimde gözlerin gözlerimde
yaşadığımız her şey her şey ezberimde
severken böyle ateşler içinde
unutmak diye birşey yoktur

CELAL KABADAYI

Şeytandan peyda(h) edilen “özgürlük” piçiyle,
Kasten katledildi ahlak tüm taifesiyle.
Sınırsız sorumsuz kavram piri yüce aydın,
Yanmakta “özgürsünüz” cehennem ateşiyle.
Tahlil sonucundan âlem yorumlayan izan,
İcadı hikmet mahrumu, materyalist mizan.
Ölçümlerde “insan” bulunmasa da ısrarlı;
Bilgiye ipotek koyan bilimsel faşizan!
Bir zamanlar gelmiştim işte
Çaresiz o nefeslerin izlerinde
Şefkate muhtaç bir badirede
Kimliğin şekillenme sürecinde,
Bir gün gitmek içindi her halde...

Ciğerin Yansın

Birikti uğrunda döktüğüm yaşlar
Al götür vicdansız ruhun yıkansın
Her günüm hasretin zulmüyle başlar
Ahımı hakettin ciğerin yansın

Bilseydim duyguya yer yok dininde
El pençe durmazdım hayalin önünde
Kapkara yas tututum doğum gününde
Neşemi yok ettin ciğerin yansın

Doğuştan sevgiye aşka meyildim
Kimsenin lütfuna muhtaç değildim
Bir sana diz çöktüm sana eğildim
Canıma tak ettin ciğerin yansın

Sen ince ağrımsın veremdim sana
Aleme haramdım, haremdim sana
Aşkınla tutuşan ,keremdim sana
Aslıdan çok ettin ciğerin yansın

Düşsemde kalkarım tutma elimden
Gururum merhamet ummaz zalimden
Beddua çıkmazdı şair dilimden
Sabrımı tükettin ciğerin yansın

Sineni kaplasın bu onmaz yara
Hayatın boyunca gölgemi ara
Değil mi sen benim yüzümü kara
Saçımı ak ettin ciğerin yansın

CEMAL SAFİ

Dilek Ağacı

Ben bir dilek ağacıyım evin ortasında
Bir dilek tutuyorsun


Bir bardak su ve patlıcan oturtma
Temiz koksun ev
Ve hep ütülü gömlekler


Ben bir dilek ağacıyım evin ortasında
Ve sen bir dilek ağacısın gönlümün oltasında

Diyorum ki herkes
Kendi dileğinin ağacı olsa
Senin suyun benim dileğim olsa.

Beklemek Ölümü

susmanın acısını yaşarsın yüreğinde
o sustukça sen düşünürsün
banamı kızdı dersin?
anlam veremezsin..
beklersin...
beklersin...
saatler yıl olur,asır olur...
her dakika hançer olur yüreğine saplanır..
içtiğin su bile...
zehir olur..
suskunluk ölüm gibi
koynuna sokulur...
tek dileğin olur artık yaşadığını bilmek...
birtek yaşadığını bileyim dersin
yüreğin yokluğunada
razı olur...
yollara gücün yetmez
razı olursun yokluğa...
aynı acıyı..
bir kez daha yaşamamak adına...
telefonun çalar en son
ağıttır sesi kulağına...
bakarsın gözyaşlarınla..
açamazsın elin gitmez..
içinde garip..
acılı bir sevinç..
çok şükür.. yaşıyor.. dersin...
susarsın çaresiz...!

NURCAN DURDU

Neylersin

Bazen acı dinmez bazen de yağmur
Sevgilim gülümse her şey unutulur
Suskunuz bu akşam üstü
Hasrete yanmışız neylersin

Bir gün bu mahzun sevdadan geriye
Kalırsa sadece o hüzün kalır
Sen de anladın ki yapa-yalnızız
Buluşmamız yasak
Görüşmemiz uzak
Devrilmiş kadehler gibi dönüyor başımız
Neylersin

Ah güzelim
İncinmiş bir sesi vardır yağmurun
Yanaklarına vurduğunda hissedersin
Ve bir veda sözcüğü saçlarına
Titreyen bir öpücükle dokunduğunda
Bu anı dondurmaya yetmez nefesin
Bir film sahnesi gibi
Akar gider ayrılık
Neylersin..

Biz zaten hiçbir romanda
Kendi hayatımıza rastlamadık
Bütün şarkılar bizi yanlış anlatmıştı
Ve bütün bulmacalar yarım bırakılmıştı
Tenha sokaklarda üşüyüp durdu sırtımız
Oysa tuttuğumuz balıkları bile
Yeniden denize bağışlamıştık
Biz hayata dair
Hiçbir yanlış yapmamıştık
Neylersin...

Biz bu sonucu haketmedik
Hayır etmedik
Ömrümüz bu talana layık değildi

Bazen acı vurdu bazen de yağmur
Hiç gülmedi yüzümüz
Hiç büyümedi gülümüz
Bizi yalnızca akşamlar kucakladı
Biliyorsun
Sabaha çıkmayan bir yoldu yürüdüğümüz

Bir gün bu öykünün sonuna gelince
Ansızın desem ki hoşçakal canım
Unutursun
Mecburen unutursun
Yıldızlar söner bu aşk da biter
Bazı gün hatırlayınca sessizce ağlarız
Neylersin...

Ah bebeğim ah
Kekremsi bir tadı vardır gözyaşının
Dudaklarına sızınca farkedersin
İçindeki vurgun aşklar mezarlığında
Ayrılık ölümden üste yazılınca
Gideni durdurmaya yetişmez sesin
Bir inme gibi dolaşır bedeninde pişmanlıklar
Neylersin...

Biz zaten hiçbir sinemaya
Tam vaktinde yetişemedik
Bütün vapurlar bizden önce kalkmıştı
Ve bütün biletler biz gelmeden satılmıştı
Boşuna telaşlarda yorduk günlerimizi
Oysa Nuh’un Gemisi’nde bile
Bize yer kalmamıştı
Ve hiçbir mutluluğa adımız kaydolmamıştı
Neylersin...

Biz bu aşkı sürdüremezdik
İnan sürdüremezdik
Kalbimiz bu heyecana müsait değildi
Bize hep acılar kaldı bize hep yağmur
Unutmasan bile artık
Unutur gibi yapacaksın
Ve buruşturup-buruşturup attığım kağıtlarda
Hiç bitiremediğim
Bir şiir olarak kalacaksın...

Yusuf HAYALOĞLU

Aşkın Kapısı Yoktur

Bir gece yalnızlığı tek başına yaşamak istemezsen
Oturma, kanadı kırık martıların gökyüzünü selamlayan çığlıklarına.

Umutlarının kırıntısını koy delik bir sırt çantasına
Yağmurları da doldur göz çukurlarının kenarına.

Hani, şarkılar söyleyerek; kol kola ayyaş numarası yaparak
Adımladığımız caddeler vardı ya
Unutmadıysan sevmek adına sevmeyi
Hadi beni bu gece bu caddelerden uğurla.

Bilincin ayık olsun ama.

Bulutları, yükleme dağlara, onlar ki kendilerine ağırdır zaten
Taşıyamaz, sana bana can verip öldüren aşkı.

Bir gece yalnızlığınla tek başına sevişmek istemezsen eğer.
Tabakadan çıkar âdetin değildir sigara sarmak bilirim.
Sadece tütünü ağzında hisset ve tükür.

Ve çömeldiğin karanlık köşede aşkın kapını çalmasını bekle.

Ruhun yanında olsun ama.

Taşları birkaç kez tekmele, rüzgâra karşı bunca yıl ezberlediğin
Küfürlerini bir çırpı da savur.
Küfürbaz ellerin atsın bir beşlik yoldan geçen çingeneye.
Söyleyeceği lafları çamurlu çizmelerinle çiğne.

Unuttuğun sevgilin yanında olsun ama.

Hadi daha bunca laf kalabalığına rağmen kalkamadıysan yerinden
Aşkın kapını çalmasını bekleme.

Unutma, denizin ve sahil kenarının kapısı yoktur,

(Hüzün dolaşır sadece beyninde, onu da denize sizdırma)

Aşk

Yeryüzünde ben ürettim veremi.
Lokman Hekim bulamadı çaremi.
Aslı için kül eyledim
Kerem’i.İbrahim’in atıldığı kor benim…

Sebep bazı Leyla, bazı Şirin’di.
Hatırım için yüce dağlar delindi.
Bilek gücüm Ferhat ile bilindi.
Kuvvet benim, kudret benim, fer benim…

İlahimle Mevlana’yı döndürdüm.
Yunus’umla öfkeleri dindirdim.
Günahımla çok ocaklar söndürdüm.
Mevla’danım, hayır benim, şer benim…

CEMAL SAFİ

Anakin

kimse öç alamaz benim masumiyetimden
dizelerdeki zehirle
kaç hafıza gezer
dilimin altında bilinen yılan
dağları iğne deliğinden geçirir
kimsenin zamanına uğramadan

tenha kin uzak gölge hileli
köklerde demlenen
içimizde dinmeyen kuytu mevsim
vaktini bekleyen düğümlü sarmaşıklar gibi
kalbim öldürür herkesi

ah kimseden sorulmaz ki
hiçbirşey yapmamanın zehri
gövdeye indirilmiş sözlük
kullanırken azalan vahşiliğin likit beklentisi
içimizde çakallanan şimdi,
burada ve hiçbir zaman

taze hikayelerle yamanır yaralı bellek
tuzak yeni tehlikelerle gövdelenir
hiç kullanılmadıkları boşluklarda sanrısını tetikleyen kelimeler
tanıdık bir yabancılık kazanır
başkalarına anlatıldıkça
çınlayan eşyanın
teslim aldığı
hayatların bilgisi
sızamaz esrarımıza
her iklim kendi mutlağını ararken
kilitli hayallerin yer değiştirdiği
aynalardan aynalara yepyeni bir boşluk kalır

damarlarımda sahipsiz akan
kuraklık
gürültüsü vahşi kan
çöl kanunları geçiyor
göçümün unutulmuş ormanlarından
kin bekliyor kınında
borçlandığı zamanları geri göndermek için
kullandığı günahlara
yemin ve rehin ne kadar ikizse kalbimize ölüm aşkta seğirir
kimseye aldırmadan
geçen mevsimler gibi
biz kendimizi tanıdık sanırken
yıllar bizi kendiyle değiştirir

ancak şiirle söyleyebiliriz:
kendimize bunca yabancılık
bizi tanıdık kılan kırmızı netice, kızıl kin
kandan alınmış rengin verimi
ömrün birçok çaprazı gibi
uzaklık kazanır görüldükçe
aşkla öldürür, ölümle aşık eder ruhun duvarlarına köpürmüş
kara is karanlık iklim uçsuz gerçeklik
kendini yaşar sahibinin görünmezinde
ne kadar yolculuk etsende dibe
içinden çıkamadığın i
çindeki ölü çocuk
her şey ne çok belli derken
ne çok belirsizlik
anaya babaya yar a aşk kadar derin aşk kadar büyük kin
yıllara eşlik eden sinsi nabız
saydam zırhlarla korunmuş büyük şemsiyesi gündeliğin
balık gözlerinin bile göremediği derinliklerde
bizden sonrakilere devrettiğimiz
bize teğet kuşanmış gizlerin
bazen yanılıp aşk deriz buna
zaten yanılmadan diyemediği hiç kimsenin
dipte derin damar
aşk, en köklü kin
ana baba yar
bir gün hepsi kaybolur
birbirinin yarasının içinde

derin, çok derin
toprağın bilinen sırlarıyla
kendimden yapılmış mezarımı örter gibi
bağışlıyorum suçlarımı bilmediğim bir karanlığa
ne kadar ödeşsen de ömrün yetmez
bizi biz yapan içimizin saklı sularında
bizden habersiz yaşayanlara
aştım sandığın bir eşiğin ayakları altında
bir gün bir damar uğultusu vurur dünyaya
ölerek bile kaçamazsın aramızdan
ehlileştirilmiş tekrarlarla yaşanan sayıklama
yeniden döneceksin buraya
imkansızdır aşk insan imkansızlaştıkça
dünya başka bir yer olana kadar: anakin

Neden..?

yalansa..yalan de..
ömrüme katmadıysam inkar et..!
nefesimi tutmadımmı sen diye...
ömrümü yoldan çıkarmadımmı..?
kendimi inkarları... yaşamadımmı?
yüreğimi çıkarıp falakadan... yoluna sermedimmi.?
gözlerine yıkılıp... bedeninde ölmedimmi..?

eeee.....
şimdi neyin, hangi bilmediğim duygunun.. yokluğunu yaşatıyorsun bana..
nedendir?.. bu adam 'sende' ciliğin..
neden bu rahatlığın..
gecenin alacasında üstüme basıp geçişin...

neden..? neden..?
koynuma sokulmuş... yalnızlığımın başını okşaman...
arkanı dönüp gitmen..
umudumun son dersinde.. tek ayak üstü..yürek cezam..
neden?... bu kadar zormuydu.. diline yakışmam..!
bu kadarmı tükenmişti.. dilinde sevdalar?
yoksa tövbelimiydin.. yüreğini yakanlardan..
''seni seviyorum'' demelere...!
ezberim bitti..cepten yiyorum, beklemeleri...!
ya çöz dilini..sev...
yada azad et..yüreğimi

NURCAN DURDU

"Satırlara içini dökersin,söyleyeceklerin hiç bitmesin istersin,söz bitip suskunluk gelmesin....O bitmesin diye her yazdığında sen bitersin.Yazdıkça tükendiğini hissedersin.Bir an nefesin kesilir,kağıdı elinde buruştururken ruhunu da kağıdın içine sarıp sarmalayıp kurtulmak istersin. Ruhun senden dökülmedikçe dökülen her satırda damla damla ancak kendin bitersin"

Ölümden Sor

Avuç içlerin bir kapıyı döver gibi çalmaktan acıdığında
Açılmayan kapılar ardında beklemek bir ömür
Ömür, bir çift göz yanında değersiz kalmıştır
Yarasalar gibi asılı kalmış umutlarımın vebalini,
Görmek için geceyi bekleyen gözlerimin ahvalini
Ölümden, Ölümün ne güzel olduğunu
Sevilmek için ölmesi beklenen sevgiliden sor.

Elçin Orhan

Sözlerim Bitti

Sözlerim Bitti / Geleceğim Ol
İmlası bozuk yüreğimin faili meçhul yalnızlığıma,
Meryem’in bir dua miktarı sabrıyla gelen
Cennet yüzlü kız çocuğuna..

Firari kaçınılmaz uçurum kenarı karanlığıma,
Gaz lambası aydınlığını bırakan
Saçları örgülü,
Gözleri hüzün yüzlü kız çocuğuna…"


Diyemediklerim ol…
Sende yaşarken bildiğim her şeyi unutayım..Varlığın alfabesinde tek bir harf olurken, sensizliğin lugatında hiçliğimin ipinde sana kaybolayım..Yitirsem dilimin ucundaki kelimeleri..Sözlerimi kaybetsem dudaklarının ben kokan yalnızlığında. Diş bilesem senin geçmediğin içi boş cümlelere..Alnından vursam öznesi sen olmayan yüklemleri. Sana sussam hep..Sen konuşurken yitirsem hecelerimi...Kekeme yalnızlığından kurtulana umut gibi, boynu bükük bir “ mim “ gibi doğrulsam senin kurduğun sevda coğrafyalarına..Sınırları henüz çizilmiş sevda ülkesinin başkenti olsa bir “ Elif “ miktarı gülümsemelerin..

Dillendiremediklerim ol…..
Sokul cümlelerime..Başı dik yüreğinle ayaklandır damarlarımdaki donuk kanı..Lehçem ol söyleyemediklerimin…Senden başka yar, gözlerinden başka memleket bilmesin yüreğim..Dillendirmediğim, cümlelerimle söylemediğim kız cocuğu özlemlerimin tercümanı ol. Avaz avaz bağır beni. Susmalarımda sözüm ol dudaklarımdan dökülen...Konuştuğumda ise susuzluğum ol damarlarımdan avuçlarıma süzülen..Özüm ol canımda tazelenen..Sözüm ol dudaklarımda demlenen..

Sevmelerim ol….
Dağ başı yalnızlığına inat sen benim umutlarım ol…Uçurum dibinde körelmiş ya da köreltilmiş dilimin söyleyebildiği tek cümle ol..Bilirsin beni benden daha iyi..Beni benden fazla düşünürsün her daim..Sen ki; kar yüzü görmemiş bir ateşsin bozkır dudaklarımda düşen..Hadi küllen yüreğimin iç denizlerinde..Ellerim yaralı kelebek, kanat çırpayım kız cocuğu özlemi yarınlarına..Yüreğim imlası bozuk bir cümle, bensiz yüklemlerine şerh düşeyim..Sevmelerim ol...Seni severken dualarım yorgun düşsün dudaklarımda..

Özlemim ol...
Yak beni her cümlende..Sonra küllerinden doğur beni..Sana varmak olsun her yolculuğum..Sana kavuşmak olsun sonum..Ekmek arası hasretinle çıkayım istasyonu sen olan yollara..Çığlığını toprağa saklamış yol kenarı sevdaları giyineyim..Kızgın güneşte kavrulmuş taşlar çıplak ayaklarımda serinlesin..Sana gelmeliyim..Büyümeliyim..Yetişmeliyim sana..Sen büyüme sakın..Cennet müjdecisi yaşında bekle beni..Sakın büyüme..Sana gelirken üzüm bağlarından geçeyim..Gece yarısı üşüyen tenime tütünleri sarayım..Sonra çöllere düşeyim..Musa’nın asasından kurak bozkırlara fışkıran sulardan geleyim sana..Tamara sessizliğinde eriteyim buz dağlarımı..Sonra sana kavuşayım..Elimde unuttuğun fırından taze ekmek özlemi, yüreğimde dillendiremediğin sadece saçlarını ellerinle örmek istediğin kız cocuğu özlemin…Hadi sevmelerim ol; çöl ikindisi kuraklığına aldırmadan bir gül yeşersin gözlerimizde..Öyle bir gül olsun ki; her dem “ sevdamıza “ şükreden, her an gülüşümüzde tazelenen..

22 Haziran 2009 Pazartesi

Bilir Misin ?

Tam sınırdan kaçarken vurulmak nedir bilir misin?
Nöbetçiler ha gördü, ha görecek
Parmaklarının ucu dikenli tellere değdi değecek...
Ama... Bir adım daha atamazsın.
Uzanıp tutamazsın;
Göz pınarlarında donup kalır hayallerin
Planların, kaçışın, kurtuluşun
Ve deler sevgi dolu yüreğini
Sevgi bilmeyen bir kurşun.
Bir okyanus da boğulmak nedir bilir misin?
Batan bir gemiye el sallayamamak,
Oturup ağlayamamak,
Birkaç kulaç ötedeki
Bir tahta parçasını tutamamak,
Nedir bilir misin?
Sevmek nedir bilir misin?
Bir şeyler tutuşur yüreğinde kıpır kıpır
Bütün benliğini sarar, ısıtır.
Her gülüşte yeniden doğarsın
Ve bin kere ölürsün her iç çekişte
Nasıl anlatsam bilmem ki.
Yani "sevmek" işte.
Duymak nedir bilir misin?
Duymak, ama anlatamamak
Çemberini kıramamak kelimelerin.
Tam dilinin ucuna gelmişken söyleyememek
"Seviyorum" diyememek
Yani ölümü yaşamak nedir bilir misin?

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

Ölülere İhtar

Ey eski ölüler kalkın mezardan
Dünyayı bir daha görün de gidin.
O günler mi berbat yoksa bugün mü
Biz değil...siz karar verin de gidin

ABDURRAHİM KARAKOÇ

Bir Yerden Her Yere Mektup

Sormayınız,görmeyiniz canlarım
Hakkınızı yiyip yutan burada
Dinlisini,dinsizini dinlerim
Besmele'ye yalan katan burada.

Sofralara viski havyar dizilir
Fiatınız peçeteye yazılır
Sırtınızdan günde dört post yüzülür
Sizi soyup,sizi satan burada

Simsar siyasetçi,doktor,avukat
İnsan avlıyorlar her gün her saat
Hızlı köşe dönmek en üstün sanat
Kan gölünde balık tutan burada.

Ortada kol gezerken kıtlıklar,yoklar
Burda betonlarla delinir gökler
Kontlar,şansölyeler,baronlar,dükler
Kirli yağan,eğri biten burada.

Yürekler acısı bir garip âlem
Rüşvetsiz imzaya yanaşmaz kalem
Pop müzik,şampanya.marlboro,salem
Gece gündüz keyif çatan burada

Kız,kadın pazarı sokağı,yurdu
Homoseksüeller çığlaşan ordu
Ne ahlâk kaygusu ne namus derdi
Hızlı doğan, erken öten burada.

Yazık..siz beğenir,siz seçersiniz
En çürük köprüden siz geçersiniz
Bilirim her zaman çarnaçarsınız
Kör-kütük,zil-zurna yatan burada.

Hâl gidiş bu minval, bu vaziyette
Sabun işkencede,su eziyette
Rağbet ne ilimde ne meziyette
Aydınlığa çamur atan burada

Doğan bebek dost yemeye zorlanır
Düşündükçe içim dışım korlanır
Evlat seyiplenir ana horlanır
Ana vatan, yavru vatan burada.

ABDURRAHİM KARAKOÇ

Bırakın Kalsın

'Çok'ta kederlenir, 'az'da gülerim
Ustura ağzında düşüncelerim..
Deliliktir belki.. bırakın kalsın.

Doğan her bebeğin hakkı var bende
Öğütülen benim her değirmende
Ne sonu, ne ilki...bırakın kalsın.

Sevdam büyüdükçe dünyam dar olur
Zamandan çıktığım zamanlar olur
Ve öyle güzel ki.. bırakın kalsın.

Saatler ya geri, ya hep ileri
Kıran yok hileli terazileri
Umutlar ırakta.. bırakın kalsın.

On bin'lerle sohbet on bin nafile
Dönmüyor toprağa giren kafile
Öfkeler yürekte.. bırakın kalsın

Ne yarım tam yarım, ne bütün tamam
Yolcular anlamaz, ben anlatamam
Tren son durakta.. bırakın kalsın.

Gelir beni yakar suya düşer kor
Düşünen baş çekmek, dert çekmekten zor
Kutsaldır bu yara.. bırakın kalsın.

Dursun ayazına uyandığın kış
Dursun ki şevk ile sürsün bu yarış
Lüzum yok bahara.. bırakın kalsın.

Yıkılır, yırtılır her kalın perde
Hesaba çekilir dünya mahşerde
Yazın şu duvara.. bırakın kalsın.

ABDURRAHİM KARAKOÇ

Üçüncü Şahsın Şiiri

Gözlerin gözlerime değince
Felaketim olurdu, ağlardım
Beni sevmiyordun, bilirdim
Bir sevdiğin vardı, duyardım
Çöp gibi bir oğlan, ipince
Hayırsızın biriydi fikrimce
Ne vakit karşımda görsem
Öldüreceğimden korkardım
Felaketim olurdu, ağlardım
Ne vakit Maçka'dan geçsem
Limanda hep gemiler olurdu
Ağaçlar kuş gibi gülerdi
Sessizce bir cigara yakardın
Parmaklarımın ucunu yakardın
Kirpiklerini eğerdin, bakardın
Üşürdüm, içim ürperirdi
Felaketim olurdu, ağlardım
Akşamlar bir roman gibi biterdi
Jezabel kan içinde yatardı
Limandan bir gemi giderdi
Sen kalkıp ona giderdin
Benzin mum gibi giderdin
Sabaha kadar kalırdın
Hayırsızın biriydi fikrimce
Güldü mü cenazeye benzerdi
Hele seni kollarına aldı mı
Felaketim olurdu, ağlardım

ATTİLA İLHAN

Sen Benim Hiçbir Şeyimsin

Sen benim hiçbir şeyimsin
Yazdıklarımdan çok daha az
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Lüzumundan fazla beyaz
Sen benim hiçbir şeyimsin
Varlığın yokluğun anlaşılmaz

Galiba eski liman üzerindesin
Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
Dudaklarınla cama çizdiğin
En fazla sonbahar otellerinde
Üniversiteli bir kız uykusu bulmak
Yalnızlığı öldüresiye çirkin
Sabaha karşı öldüresiye korkak
Kulağı çabucak telefon zillerinde

Sen benim hiçbir şeyimsin
Hiçbir sevişmek yaşamışlığım
Henüz boş bir roman sahifesinde
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Ne çok çığlıkların silemediği
Zaten yok bir tren penceresinde

Sen benim hiçbir şeyimsin
Yabancı bir şarkı gibi yarım
Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Uykumun arasında çağırdığım
Çocukluk sesimle ağlayarak

Sen benim hiçbir şeyimsin

ATTİLA İLHAN

Bir Üç Beş

desen ki denizin tuzu
çiğ düşmüş kadife donlu patlıcanlar
desen ki kendilerinden karga çığlılarıyla kaçanlar
en fakiri en zengini çirkini ve orospusu
seni unutmuş olsun
sen ki üşümüş gökte o yalnız bulutsun
kıskanmadığın cömert bir maviliğin ortasında o
bildiğin yalnızlığın ellerinden tutmuşsun
desen ki unutulmuşsun

denizler kızılca kıyamet akıp geçiyor
zamana karşı geliyorsun
bir üç ve beş leylekler artık gitti
şimdi seni artık karanlıkta bir liman çekiyor
unutulduğun unutulmadığın bilinmediğin bir liman
bir üç ve beş derken şişede rom bitti
sen yaşamaya başladığın zaman

üşümüş gökte o yalnız bulut
kendini hic yerinde hissetmiyeceksin
keyif senin
istersen talihini billur akıntılarla bir tut
ellerini göğsüne kavuştur
doğu batı kuzey güney diyerek
koştur
bir üç ve beş istersen rom kadehleri gibi
nasıl ki unutulmuşsun
devril
ve bitir maceranı

Ayrılık Sevdaya Dahil

Açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın
En görkemli saatinde yıldız alacasının
Gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içimde kader
Uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın
Rüzgar uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
Mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan
Onu çok arıyorum onu çok arıyorum
Heryerimde vücudumun ağır yanık sızıları
Bir yerlere yıldırım düşüyorum
Ayrılığımızı hisettiğim an demirler eriyor hırsımdan
Ay ışığına batmış karabiber ağaçları gümüş tozu
Gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar yaseminler unutulmuş
Tedirgin gülümser
Çünkü ayrılık da sevdaya dahil çünkü ayrılanlar hala sevgili
Hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
Her an ötekisiyle birlikte herşey onunla ilgili
Telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
Gittikçe genişliyen yakılmış ot kokusu
Yıldızlar inanılmıyacak bir irilikte
Yansımalar tutmuş bütün sahili
Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
Öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
Çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil
Çünkü ayrılanlar hala sevgili
Yanlızlık hızla alçalan bulutlar karanlık bir ağırlık
Hava ağır toprak ağır yaprak ağır
Su tozları yağıyor üstümüze
Özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
Eflatuna çalar puslu lacivert bir sis kuşattı ormanı
Karanlık çöktü denize
Yanlızlık çakmak taşı gibi sert elmas gibi keskin
Ne yanına dönsen bir yerin kesilir fena kan kaybedersin
Kapını bir çalan olmadı mı hele elini bir tutan
Bilekleri bembeyaz kuğu boynu parmakları uzun ve ince
Sımsıcak bakışları suç ortağı kaçamak gülüşleri gizlice
Yalnızların en büyük sorunu tek başına özgürlük ne işe yarayacak
Bir türlü çözemedikleri bu ölü bir gezegenin soğuk tenhalığına
Benzemesin diye özgürlük mutlaka paylaşılacak suç ortağı bir sevgiliyle
Sanmıştık ki ikimiz yeryüzünde ancak birbirimiz için varız
İkimiz sanmıştık ki tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız
Hiç yanılmamışız her an düşüp düşüp kristal bir bardak gibi
Tuz parça kırılsak da hala içimizde o yanardağ ağzı
Hala kıpkızıl gülümseyen sanki ateşten bir tebessüm zehir zemberek AŞKIMIZ

An Gelir

an gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
çalgılar susar heves kalmaz
şatârâbân ölür

şarabın gazabından kork
çünkü fena kırmızıdır
kan tutar / tutan ölür
sokaklar kuşatılmış
karakollar taranır
yağmurda bir militan ölür

an gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
an gelir şimşek yalar
masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
direkler çatırdar yalnızlıktan
sehpada pir sultan ölür

son umut kırılmıştır
kaf dağı'nın ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez nerdeler
namlı masal sevdalıları
evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar sinan
an gelir
-lâ ilâhe illallah-
kanunî süleyman ölür

görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatlı bir bombadır patlar
an gelir
attilâ ilhan ölür

O Sözler Ki...

o sözler ki acıdır
mapusane avlularında
demirli kırbaçlar gibi şaklar
o sözler ki sırasında
çiçek açmış bir nar ağacıdır
dağ ufkuna vuran deniz aydınlığı
sırasında gizemli bıçaklar
o sözler ki
imgelem sonsuzluğunun
ateşten gülüdürler
kelebek çarpıntılarıyla doğarlar ölürler
o sözler ki kalbimizin üstünde
dolu bir tabanca gibi
ölüp ölesiye taşırız
o sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan
uğrunda asılırız...

Attilla İlhan

19 Haziran 2009 Cuma

Baba Bana Bağırma

yol ıslanmasın diye şemsiye açanlara...


baba bana bağırma
bülbülleri kaçırdın ormanlarımdan
kulaklarımın kapılarını havalara uçurdun
kapılar baba kapılar pencereleri alıp gittiler
tenorlar kaçtı ses tellerinden
çevreye saçıldı yavru diktatörler
seni ne sopranolar istedi de vermedik baba
baba bana bağırma
bayrak direklerine konan kartalları anlat
uzun uzadıya
nasıl da göremediler avcıları
o keskin gözleriyle vah hah ha
şans yıldızlara özgü bir yalan baba
yıldızlara tükürüp tükürüp onları gezegen yaptınız
savaşan halklar taktınız dünyanın boynuna

yalanları yazdım defterime hiç unutmadım
radyasyonu radyo istasyonu sanan Bakanları
çiğleri, Meclis tavanını çiğ köftelerle çiğneyen
doğum sonrası acılarını cüce ülkeler doğuran kadınların

hiç unutmadım
sakallarını yüzlerinde
yüzlerini sakallarında unutan adamları
ve ısırgan tarlalarındaki parçalarını
Uğur Mumcu'yu biz yapan bombanın hiç unutmadım
uzak yakın tüm tuzakları babayolun ezdiği oyuncak bir kamyonsun sen
bir gam ağacısın
kar yüküne dayanamayıp kırılan
ilkbaharı gerzeklere ödünç verdin
geri getirmedilergüneşin başına gelenleri
biz ilkbaharsız nasıl anlarız

baba baba bana bağırma
bir kulağımdan giriyor sözlerin
öbür kulağımı tıkıyor
Buenos Aires'te olsaydım diyorum içimden
Eva'nın peronunda
karanlıktan kuşlar çalan bir tren
bir bıçak kaçağı
tangonun bacaklarını havaya kaldırdığı kentte
ama iyi ki buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
burada bilginin bilgisizlikten daha çok acı verdiği yerde
burada, tam karşında
hapisanelerde hintyağı gibi bir şeydi zaman
hastanelerde pıhtılaşmış kan gemisi gibi
yol alırdı saatlerkarılarının namuslarını dillerinde saklayan
adamlar vardı bir taraflarda
televizyon kanallarında yitirilen çocuklar
gökyüzüne düşmemek için denize yapışan balıklar
ve depolara indirilen Lenin heykelleri vardı
Sovyet Rusya'dakafandaki duvarları
niye cebine koymuyorsun sen baba

baba bana bağırma
farkında değilsin
arkasını ezilenlerin yaladığı
bir posta puludur dünya
bir karadelik yutana kadar uzayda bizi
asansör boşluğuna itilen bir kedisin sensöylemenin tam sırası
ülkeyi bu duruma senin oy verdiğin
partiler getirdi baba
ama ben buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
bir yaşamlık kaygı duruşundayım
yakın tarihimiz için

baba bana bağırma
bacağından vurulursa bir şiir
nereye kadar gidebilir
bana bağırma baba
kendine bağır
yoksa her şey bitebilir...

Akgün Akova

Eski Denizlerden Kim Kaldı

" yani sen de denizsen be marmara
iki bogazin var diye gol demiyorlarsa sana
canina okurum ben boyle isin
haberin var mi ben alti bogaza birden bakarim
benden sorulur elif'imin
benden sorulur dort seytanimin karin toklugu
senin istanbul'un okula gider mi, kagit kalem ister mi
canakkale'nin cocuk felci, yatak yorgan yatmasi var midir
adalarindan birinin bile ah marmara kara midir bahti
yani sen de denizsen marmara
otur hesapla bak, uc kere daha denizim senden
ama bana deniz diyen yok o baska dava
sariyer'in oralara mavi bir nokta koyan yok
atlaslara falan da yazilmaz tuh ki adim
ne dersen de dunya tersine donuyor marmara
seni bogazlar besliyor iki ucundan
ben de alti bogazi ay ortasi biten maasla
kizip kopurme ama
hic deniz gormesek yutardik belki marmara "

AKGÜN AKOVA

Uzun Kanatlı Kuş Sürüleri Diliyorum Sana

aşk çılgınlığının köprülerinden geçelim seninle sevgilim,
yaban otları arasında bulduğum yeşim
yüreğimdeki su birikintisinde okyanusu arayan nehir
sevgilim, unutma beni çiçeğinin tuttuğu günlük
gözlerimle sarıldığım kuğu bulutlu gökyüzü

ellerini ayrılıklardan kaçırdığım
dalgın deniz feneri duruşlu
ilkbaharda gezinen sis saçlı sevgilim
mevsimlerin ilkokulundan kışı silelim seninle
yaz yağmurlarına yakalanalım
kumsalında sevişmek istediğin kız kalesi'nin önünde
açık hava sinemalarının yıkıntılarında uyuyalım
yer gösterici uyandırsın bizi
gözümüze sıktığı el feneriyle

'hadi kalkın sevdalılar,
aşk hikayesi filminde oynayan çift yaşlanmış,
seyirci sizi görmek istiyor!'

binlerce, onbinlerce kemanla çağırdığım dolunay
elektriğin gümüş suyuna ışığını değdiren yıldız
yeraltı kentimde biten güzelavrat otu
geçmiş sevdalarımı erittiğin geceler için
yeniden birini sevmenin ne olduğunu anımsattığın
yüzümde tahtlar devirdiğin,
saraylar yıktığın için
düşlerinin içinden geçecek
uzun kanatlı kuş sürüleri diliyorum sana
ve severken seni,
sevdikçe seni
hep çocuk kalacağım, biliyorum.

AKGÜN AKOVA

Güvercinli Güvercinli

çiçekçilere soruyorum, kupa papazlarına, kumrulara eğreltiotlarına kimya kitaplarına karpuz satıcılarına soruyorum balkondan bağırarak bilmemek ayıp değil ki öğrenmemek ayıp ama sevdamızın her şeyden bir fazla oluşuna kimsenin aklı ermiyor okul kırmış çocuklardan bir fazla uçarı adem'le havva'dan bir fazla çıplak gerçi esmeriz ya, marilyn monroe'dan bir fazla sarışın bir fazla istanbul efendisi yaşlanmış çınarlardan istanbul dedim de aklıma orda olduğun geldi karı muhabbetlerinde mi her allahın günü carıl curul mu yine tatlı kaçık istanbul ne halt edersen et en çok sedef bakışını arıyorum senden ayrıyken en çoktan çok da dünyaya meydan okuyan gülüşünü şiirim diyorum ona, bu sözü bir fazla hak ediyor bütün şiirlerimden yaban gülüm diyorum çılgınlığım vazgeçemediğim birden güvercinli güvercinli gülüyorum bak sevdamıza bir numara dar geliyor sanki şimdi yeryüzü...
AKGÜN AKOVA

9 Haziran 2009 Salı

İroni

Ben gidiyorum bu kentten
Kirli tabaklar gibi gecede bırakıp
İzbe tabakhanelerde umutlu bulaşıkçıları
Ben gidiyorum bu kentten
Tabelacılara bırakıyorum yalanları

Senin taç yaprakların vardı birde olur olmaz tafraların
Talihli kafalara bırakıyorum kuşların amorti boklarını
Sidik zoru sokağının zengin silahçıları ve çocuklar
Sürülmüş umutlardan süzdüğümüz ironidir onlar
Ülkemin silahsız kuvvetleri çocuklar
Bu sifonsuz günlerin umut yüklü nehirleri
Elbet diyorum yinede elbet bir esinti
Silkeleyecek bu şenliksiz ağaçları
Yanılgısız bir bahara açtığında çiçekler
Tek bir yürek kalmayacak bu simetriden yoksun
Ve ben gidiyorum bu kentten
Gizleyerek simsar bir geceye yüreğimdeki simyacıyı
Kentin tüm mezarları sihirbaz güvercin ve şapkası
Hala beynimin siperinde sirozlu meyhaneler
Hoşçakal Kızkulesi, Galata hoşçakal Nebahat?ın memeleri
Hoşçakal Sarayburnu, Kuzguncuk ve Kanlıca yoğurtçusu
Sismograflar sekiz virgül dokuz gösteriyor sonumu
Otuzyedi sene Sivas?tan geçmez gayrı yolum
Diyorsun ki; en güzel anılar an gelir unutulur
An gelir ölmüşlerin sağlarından çok olur
Unutulur deme bana / kibirli baharlar gibi
Çünkü güzel anları unutmak umutsuzluktur

Ben gidiyorum bu kentten
Kaç kulaçtır aşkın derinliği ömrü kaç
Sen ki sendikasız ellerimin serçe parmağıydın
Sana yarim demiştim ömrümün serdümeni
Çırılçıplak girdim ve yundum teninin serinliğinde
Serpiştim hayattan bir aşk boyu uzağa
Çünkü aşkın provasını yapmamıştım üstümde
Ben kaybettikçe kazanan şiir oldu ağlama sen
Ben artık duramam gidiyorum bu kentten
Hoşçakalın yılda bir maaş zammından başka umudu kalmayanlar
Hoşçakalın gençliğini bir ikram misali patronlara sunanlar
Çaresizliğin, baskıların ve kalleşliğin şehri hoşçakal
Yüzünü haramzadelere sunan erguvan ağaçları
Ve siz siyonist slogancılar sobeledim kıçınızı
Ve sen /soğuk gecelerin sokulgan sokak kızı
Sol yanım, solak yanım, sol anahtarımdı
O benim
Solgun fesleğen kokardı ellerin sevdiğim
Yine de hatalı solladın her detayda sevgimi
Çünkü solungaçlarım yoktu bir balık olsam da
Bu sebepten soluksuzdum somut yaşananlara
Ellerin / kanatları fesleğen kokulu bir kelebekti ellerin
Yaprakları yolunmuş bir papatya misali ellerin
Bir tokat gibi yüzüme gerçeği söyleyecektin
Şimdi ben çıkıyorum ya tüm anılarından bu kentin
Ekmek ağaçları ekeceğiz ya yaktığımız ormanlara
Tek lokmamızı tek çıyana kaptırmadan
Sevdiklerimiz hiçbir söz cambazının söylevine kanmadan
Ben gidiyorum sevdiğim bu kentten / bu sokaktan
Yüzüm henüz size dönük, sövmeyin arkamdan.

Sevmedim dinlerinizi ve köylü kurnazlığınızı
Çünkü insanlık striptiz yapıyor sahte tarihler önünde
Hikmetinden sual eyledim yarab beni affeyle
Suçüstü çıplak şiir beynim suç aletimdir
Artık ağlama anne su geçirmiyor yüreğim
Ben suistimallere gebe ironik bir çelişkiyim
Ve sen popkorn sokakların hercai ponponu
Seni gidi sulu göz / suluboya aşklar kızı
Sen kaç yürekten yüreğime mülteci serçe
Nasılda pusulasız sevmiştim ömrümün celladını
Tasma alyansları gibi kalpleri de protez
Tüm hünerler püskül olsun diyorum kıçınıza
Tutunmak rafadan bir aşkın rahim anılarına
Kazanmak ve bulmak kolay aşktan gayrı her şeyi
Sil aşk radikal gözlerini ağlama sen sevdiğim
Kötülüğü unutmaz insan unutur da iyiliği
Gözyaşın ki raspalanmış ömrüme bir busedir şimdi
En fazla sadık bir refakatçiydim ağladığın aşklara
Ne kadar yaşanabilirse bir aşk kapitalist sığlıkta
Yoksulluğun rakibi - rekabeti olmuyor oysa
Bir aşk-ı vedadır gidiyorum bu şehirden
Uyumak istiyorum huzurla sultan-ı yegah yollarda
Suni solunum olsun ellerinin kokusu
son bir kez dokun bana ve inan ki sevilen ;
yenilecektir bu somurtkanlar krallığı
İnan bana sevilen, yenileceklerdir umuda
Baharımız sonbahardır bu suratsız yapraklara
Yine de gözlerin deniz fenerim olacak ağlama sen
Bu yüzden hayat denizinde kıyılara vurmayacaktır bu gemi
Nihayet gidiyorum bu kentten aldım şiirlerimi
Gel akşam derdinle, kederinle, cefanla gel
Rakkas eyle bıçak yalnızlığıma boşalmış şişeleri
Çünkü rötuşu ve rövanşı olmaz gerçek aşkın
Rutubet ve romatizma gibiydik sevgili ağlama sen
En dramatik rapsodi senin bir damla gözyaşın
Siz yine de çocukların ulaşamayacağı yerde saklayın
Çünkü prospektüsü olmaz ne şiirin ne aşkın

HAYRETTİN TURAN

Dilimde Ay Tutuldu.../...Dilsizim

korunaklı şiirler yaz bana, sevgilim olmayan sevgili
sağanak yağışlı günlerimde sığınacağım bir yer bulunsun
bari, şiirlerde bir ev'cağızım olsun
üç oda bir salon yalnızlığımı kiraya vereceğim
heveslenme, senin için düşlerim başka
aklını başından alıp, gezmeye götüreceğim

ne güzel gülüyorsun, dudaklarında eski İstanbul resimleri
öyle kal lütfen, yüzüme baktığın anın resmini çekeceğim
sana söz veriyorum, sen de bana umut ver
sonra her şeyi unutup, ülkeme geri döneceğim

bende bir hoşum, şarkıların belalı güzelliğine vuruldum
o uzak ayda kaldı onayladığım gülüşler
raks eden sevişmelerin çingene zamanındayım,
'gel' desen, gidemeyecek kadar sarhoştur özlemler

anlayışımı kaybettim, beni anla
karşılığında gözlerimin kahvesinden içireceğim
düşe kalka düşledim, son baharım kaldı
beni şimdi tutmazsan, dudaklarına devrileceğim

oturaklı şiirler yaz bana, sevgilim olmayan sevgili
yorgun günlerimde dinleneceğim bir yer bulunsun
şiirlerde bari, bir nefeslik yerim olsun

PELİN ONAY

Anılar Öptü Dudaklarımı

sesi soluğu kesilmiş bir aşkın ortasından yürüyoruz
acılarımızı saramayacak kadar uzağız artık
kirpiklerimizde beslenen düşler,
yeni doğacak sevgililere miras
düşünüyorum da,
belki biz sevgiyi değil, hep ayrılığı büyüttük seninle
çıplak bedenlerimizden akan özlemler yanılttı bizi
yağmur yağarken anımsadığın ben değil,
yalnızlığındı belki de
ve ben yalnızlığını bile özledim desem,
beni duyamayacak kadar sessizsin artık

nakaratındayım anıların
beni bu gece dehlizlere sürükleyen Timur Selçuk,
babasının şarkılarını söylüyor
öyle hüzünlü, öyle hasret, öyle tutkulu
ben de senin şarkılarını söylüyorum
is gibi, sus gibi, öyle vurgulu
kaçırıp getireyim kendimi yanına bir an için desem,
sana sarılamayacak kadar yorgunum artık

dağınıklığını toparlarken odamın,
elimde kaldı bir kitabın içinden düşen resmin
göz göze geldik bir an,
gözlerinde "seni seviyorum" bakışın
kara çalılar ardına saklanan sinsi bir isyan kaşıdı yüreğimi
resimlerde kalacak kadar yabancı değildik o zaman her şeyden önce dostumdun,
ıslak hüznümü bile varlığınla gülümsetebildiğim
şimdi gözlerinde yeniden kulaç atmak istiyorum desem,
mavilerinde yüzemeyecek kadar bitkinim artık

nerede yanlış yaptığımı itiraf etmedi aşk
ilam kağıtları birikmiş bir sevda duluyum
şarkıların sakiliğini tek başıma yapıyorum,
rakı makamına göre kadehe doluyor
bilirsin işte, artık sevmek istemeyen kadınlık halleri
an geliyor,
kalbim kanatlanıp göğüs kafesine girmek istiyor desem,
semalarında süzülemeyecek kadar yaralıyım artık

ağdalı sevdim seni ama yapışkan değil
sevmek çekip gitmekti gerektiğinde, bunu bildim
sadece şiirlerimde konuşabildim, bağıra..çağıra
kızdın ve kırıldın sitemlerimin tavşan dudaklarına belki ama
sevdim seni, ayazda..boranda ah o sadekâr
ellerin bedenime yeniden dokunsa desem,
ellerini bedenimde tutamayacak kadar titriyorum artık

bir kedi gözlerimin içine baktı ruhumdan bir deniz geçti, dalgaları göğsüme çarpttı
antika bir fincanda iç çekişlerim kaldı
gül kurusu perdeler, mutluluğuma kapandı
anılar dudaklarımı öptü, dudaklarım sızladı
çok zaman sonra sen de öp beni desem,
öpüşlerimiz bizi yakacak kadar sıcak değil artık ...
ve sen, her şeye rağmen gelip, "seni seviyorum" desen,
bu iki kelimeden ölesiye korkuyorum artık..

PELİN ONAY

Gece bir geyik bahçesidir bazan
ürkek, korkulu, nefes nefese,
çünki hep birileri gelecektir
hep birilerine gidecektir
düşlerin ve şarapların üstüne.
İşte düş de, şarap da bozgunda,
tatsızdır camın önündeki deniz
süzülen martılardan ne çıkar?
Geldiler gürültüleriyle
beşli, onlu bir cansıkıntısı.
Hiç kıpırdamaz, hiç anlamaz
çünki biz demek ben değiliz
kuşun nasıl uçtuğunu bilmeyiz
bir yeşilin ne olduğunu da.
Bir geceye mi çıkıldı?
Onlar da varyürekleri ve elleri nasırlı,
kimseler bir şey anlatmıyor
çiçeğe, suya, göğe ait
nasılsa bir aradalar.
Saatler ölümle bitişik ama bilinmez
işte gidiyorlar mı?
Gitsinlerbardak ve sokak onun olur böylece.
Bozulmuş estamp bir gökyüzüydü
bazı adamlarla daralan.
Böylece kalkar engel
bir duyudur oturduğu yerde artık
çocuklarla çocuk olan.
Çıkarır salar mavi kuşları
kendi göğüne kendinde ki ormandan.
Demek gittiler.
İyi öyleyse
duyabilir saatlerle ölümü,
isterse eşkıya bir aşkla süsler
bazan da acılarla onu.
İskelede bir vapur vardır, o güzel
iki kişi yeter dünyayı anlamaya,
birinin ağlamasıdır herkesin ağlaması
tutar yüzünü elleriyle siler.
Ne olur geyikleri bahçede bırakın
ne anlatabilir çoklar çoklara?
İşte bir cam parçası, bir çakıl
hadi gidip biraz yalnız kalın.
Elbette kavgamız yine kavga
elbette aşkımız yine aşk.
Bakın, konyaklar içiliyor
hüzünden yapılıyor denizler
ama hadi, yalnız kalın.
Bir çocuk mu ağlıyor?
Duyduçünki bütün çocuklar ondan geçer
kırık oyuncakları, kirli yüzleriyle
Kamburunu çıkartır,
usulca yürüren iyi böyle duyulur gece.
Gece çoğaltılmış bir umudur
sessiz vapurlarla, kısık ışıklarla,
adamlar bir şey arar içkilerden
kadınlar bekler yünleri ve hüzünleriyle.
O da bir kadındır sıkıntılar yapan
renkli kağıtlar ve elişleriyle.
Elbette büyütür bir gökyüzünü
el sallar gece otobüslerine,bir gazete alır,
bir cümle yazar
çünki herkes korkar yalnızlıktan
ve her yerde bir intihar vardır.
Kendiyle yenilir her hüzün
bırakın geyikleri bahçesinde,
birlikte söyleyelim teklerden
koro'her yerdeki intiharları durduralım
her biçimdeki intiharları durduralım
'Ama hadi, yalnız kalın.

AHMET OKTAY

Düşüme Düştün.../...Canın Acımadı Ya

ne zaman düştün sol yanıma da, vuruldum sözlerimden
benim yazım değilsin, korkarım kışım da
tenimde çıldırmış bir dilek tutuşturur iliklerimi
sen ateşsin saat 17:28
kimbilir, şimdi neredesin

yoruldum korktuğum yangınlara yakalanmaktan
suya düştü intihar, boğuldu son bakış
kimi istesem uzaktır kıyı boyları
vedalar alnıma işlenmiş, nakış nakış

aşk! Sevdiğim ama dokunamadığım çiçek
kulaç attığım dalgalara sıkıştı haykırışım
gitmeyi öğrettiler bana, kalmak nasıldır..?
nasıldır bir göğüste endişesiz uyumak..?
yırttığım takvim yapraklarında ağlıyor çocukluğum
söylesene, nasıldır dudaklarını bir dudakta uyutmak..?

ne zaman girdin aklıma da, karıştım gecelerde
benim sevdam değilsin, korkarım sevenim de
yürekte şaha kalkmış bir arzu ıslatır dilimi
sen havasın
saat 22:16
kimbilir, şimdi hangi kuytudasın

arındım ve çözüldüm geçmişin kirli nefesinden
geceye düştü uyku, titredi acı soluk
kimi çağırdıysam, kapalıdır seslerinin yolu
üşümeler içimden akıyor, oluk oluk

tutku! Bildiğim ama gösteremediğim resim
akıttığım renklere takıldı gül yüzlü uçurtmam
susmayı öğrettiler bana, konuşmak nasıldır..?
nasıldır, bir sesin içinde bağdaş kurup dinlenmek..?
yitirdiğim öpüşlerde yanıyor sevgilerim söylesene,
bir yüreğin içinde demlenmek..?

ne zaman geldin yanıma da, dağıldı hüznüm
kaçarım değilsin, korkarım tutanım da
sen topraksın
saat 22:39
kimbilir, şimdi hangi duygunun uykusundasın

06.04.'05 /..izmir havası

PELİN

Çözemediğim bir şeyler var hayatımda
Sualtı gibi derinlerde sessizce bekleyen
Dirensem, daha ne kadar direnebilirim artık
Nereye kadar gidebilirim, gitsem?

Aradığım nedir, o kentten bu kente?
Adressiz yaşamak da sıkar insanı gün gelir
Gider heyecanlar, istekler, gülümseyişler
Yüreğimdeki denizin suları birden çekilir.

Özleyip de vardığım her yerden, hemen kaçsam diyorum
Ne aradığımı biliyorum, ne bulduğumu
Bilmem neresinde yanıldım ben bu hayatın?
Yüreğimi kabartan o sevinç, şimdi sonsuz bir acı oldu.

Taşlar yığılmış önüne en güzel, en anlamlı duyguların
Uçsuz bucaksız bir tüneldeyim ve her yanım karanlık
Koluma giriyor bazı adamlar, bir şeyler söylüyorlar
Kalıplaşmış, sıkıntı verici, güdük.

Oysa acı diye bir şey var bu dünyada
Ölüm var -ki yüreğimde bu boşluğu yaratan birazda odur.
Yanıbaşımda ölüp gitti dostlarım, ben bakakaldım
Gözyaşlarının da bir yerlere gömüldüğü görülmüş müdür?

Çözemediğim bir şeyler var hayatımda
Sanki ilk benim duyduğum garip, anlatılmaz duygular
Sürse daha ne kadar sürer bu, bilmiyorum
Ölümü ve hayatı yanyana düşünmesini ne zaman öğrenir çocuklar?

AHMET ERHAN

Ben Bir Sazdım

Ben bir sazdım
türkülerden kaçamazdım
Ve seni böyle yazdım mızrapla tel arasına
Ben bir sözdüm
hep dilinin altınında gezdim
Ve seni böyle sözdüm iki dudak arasına
Ben bir suydum
yüreğimin sesine uydum
Seni duyduğum gibi soydum kağıt kalem arasına
ben bir kördüm
sende çok şeyler gördüm
Ve seni böyle sürdüm tuzla balın arasına
Ben bir oktum
ucum eğri izi yoktum
Kendimi zorla soktum dikenle gül arasına
Sonunda un oldum bir ateşe dokundum
Sımsıcak bir ekmek oldum
iki elin arasına...

ilhami özer

Gözüm kesmiyor

Sessizim ne kadar üzsen de beni
Ağzımı açmaya gözüm kesmiyor
Vurduğun zincirden çözsen de beni
Bırakıp kaçmaya gözüm kesmiyor
Ne olur git deme kalbimi kır da
Meleyen gönlümü kaptırma kurda
Sıratı geçecek imanım varda
Aşkından geçmeye gözüm kesmiyor
Ne çıkar sararıp solsa da yüzüm
Gönlümde baharsın gelse de güzüm
Çekilmez olsa da sitemin nazın
Başka yar seçmeye gözüm kesmiyor
Ne olur git deme kalbimi kır da
Meleyen gönlümü kaptırma kurda
Sıratı gececek imanım varda
Aşkından geçmeye gözüm kesmiyor...

CEMAL SAFİ

Bazı Aşklar Bitmesi İçin Yaşanır!

bazı aşklar bitmesi için yaşanır
bazı doğum günleri kötü geçer
bazı romeolar julietleri iplemez..

----------
Paylaştık bütün cam kırıklarını
ve avuçlarımızı sıkıca kapattık
Kanayan bu, sadece iki küçük el
Adını yazmak yasak şiirlerde
Yalnızlık gizli cehennem
Kelimelere yer kalmadı aramızda
Aramızda, şimdi tüm sevda tüketici isyanlar
Kanımı yudumluyorlar
Yokluklara bile saygısı kalmamış kimsenin
Seni kanayan bir çığlık gibi içimden çalıyorlar.
Konuşmayacak mısın?
Oysa bir ses, bütün sessizliğimi alırdı inan...
----------

radyo oyunlarına benzer insan hayatı
hep arkası yarın! arkası yarın! arkası yarın!
sanki hep arkalarda kalmışçasına yarın!
sanki hep arkalarda kalması gerekirmişçesine yarın...

Siyah-Beyaz

Bakışlarımı dondurduğum,
Bir fotoğraf karesi gibi,
Siyah beyaz bir filmin
Erken terkedilmiş
ilk yarısı hayatım.
Kimi tozlu yollarından,
Arnavut Kaldırımları’ndan ustaca geçip,
İmrenilesi asfaltlarında dengemi yitirdiğim.
Garip bir sonun başlangıcı gibi.
Su misali durgun saydığım,
Sonra bir bardak içinde fırtınalar kopardığım
Aşıkane olmaya çalışıp,
Yolumu hep şaşırdığım bir aşkın,
Garip bir izi.
Bitiş mi?
Diriliş mi?
Kararsızlık mı bu?
Sonu gelmez düşüşler,
Ya da tam boğulacakken,
Bir elin sarsmasıyla uyanış mı?
Sonsuzluğu mu veriyor bana,
Yoksa sınırlara mı gömüyor beni,
Ya da dinginlik içinde,
Önceden mi hazırlıyor telaşa…
Bakışlarımı dondurduğum,
Bir fotoğraf karesi gibi,
Siyah beyaz bir filmin,
Erken terkedilmiş ilk yarısıydı hayatım.
Tek bir fark var;
Artık ikinci yarıdayım…

Ağla Sevdam/Ağır Roman

agla sevdam, agla
agla, zorba bu dünya
agla, susma agla
agla, agla

kördügüm cember dört duvar
can evinde bıkar,can ucar
bo$ kalir o hanlar, saraylar

beni sen al
yeminim var
kül oldum, söndüm
ate$ine sarsar,
al beni sana sar
sar, sar
bana sensin yar

habersiz ku$lar gecer
geceler zehir zikkim
gözlerimi sel basmiş
yagmurlar ardindayim
a$igim, ben sana cok a$igim
yola cik, yollardayim...

AYSEL GÜREL

Sis

İki şehri var gecenin, biri gözümde
tütüyor, birinin dumanı üstünde yağmur
gibi çöken siste, bana bu uykusuz
şehri niye bıraktın, göze alamadığım
bir şehrin yerine bütün şehirlerdesin,
gece değil istediğin hayli karanlık
bakışlı bir şehrin gözleriyle çarpışmak
hevesindesin! Gözlerini anlıyorum henüz
bağışlayabileceği gözleriyle çarpışmadı kimsenin;
gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız
göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır,
ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir,
öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak,
sis değil, uykusuzluk değil, iki uzak
şehir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim:
Biri hepimizle gözgöze gibi hala uykusuz,
biri sis içinde kirpiklerine kadar açık,
bu sessizliği kim bıraktıysa, göremiyorum
konuşkan gözlerinde tek sözcük bile,
gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde

Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa şiir niye?

Haydar Ergülen

İhanetin Uğultusu

öylesine bir Mayıs. bui
kinci, sen yoksun. ruhum
çinko bir tepside. yalnız;
arayan değil dönen biridir

her yer bulaştı üstüme.
kirliyim,
bir zenci kadar telaşlı. bağırın,
diye sustum, söz ve ses
yabancıdır, ten yanılmaz. ansızın
bir teleferik, termometre ya da aysar...
deliyim, bir gece bekçisi kadar dalgın.
kefendiye örtünmedin üstüme

işte herkes çekip gitti. geç oldu, ama
anladım, insandan korkmak gerektiğini. söyler-
im, zaman ve veznedar cüreti:
'esrik bir kadını öpüyorum. bakmayın
adımı bilmiyor. nasılsa unutur
güneşin kuzeyden battığını. kasıklarımda
cinlenen hin'e sarılıyor. bildiğim
tek özgür ülke, nüfus: 1, rakım: 1.72!

'içime döndüm yine. seni severek
kullandım çarşı iznimi.

SELİM TEMO

İlk Defa Sever Gibi Bir Başka Sevmeyi

bir şeyi ilk defa sever gibi
ayın tutulduğu her yerde ilk ay tutulması belki
içime bir bıçak ilk kez, kan nasıl da ılık
nasıl sorardım-ayaklarım arzan bıçak gibi delerken küreyi

bir şeyi ilk defa sever gibi
gözçukurumda ilk kitabı görmenin mürekkep izleri
Neil Armstrong’un ayak izleri bilinemezlerimizi ezerken
bilincimizi ezerken bildiklerimiz
ağır yaralı bir tetiğin akla doğru sessiz bir yolu katedişi

bir şeyi ilk defa sever gibi
uzun kahve, koyu çiğ, ince damla, bir mucize kesinliği
artık bir söz bir sözü saracak kadar yakın
ve artık uçurum mutlak
bir ses bir sesi, çocuk unicorn’u, düye ölümlü gerçeği

bir şeyi ilk defa sever gibi
tanrısızlığın kandil geceleri, yanık levhaların tarihi
gözlerin gizli, parmak uçlarında topluiğne aşkları –sırça ölüm-
anısız bir öpüşme
her tarafı sünnet bir Asyalım nasıl ezer vişneçürüğü çimenleri

bir şeyi ilk defa sever gibi
ilk defa sever gibi diri meme uçlarını, taze dilini, yoğun tenini
arzın patlayacağı fikrini sever gibi serin ve kanlı bir histe
kurşunun kağıda dokunduğu anı
bir başka sevmeyi sever gibi şaşkın, aşkın el tutuşma saatleri

ORHAN ALKAYA

Tuz Günleri

eksiltin beni hayatınızdan
gövdemden aşağı kurşun ve kalemle bir çizik atın
yalnızlığıma dönmek istiyorum bugün
ilk keşfettiğim günkü kadar bakir
ve güzelliği dokunulmamışlığıyla bitişen hüzün
hiçbir gözün yalan söyleyemeyeceğine inanılan gün kadar
parlak ve katışıksız yalnızlığıma.

birkaç hayat yaşadım
yanıbaşınızda
herbirimize ayrı
ve ağırlığını hep eksik bulacak kadar kayırılmış zamanlarla
geldim
mutlaka dünyayı döndüren insana rastlayacakmışsına
çoğaldıkça eksilen zamanlarlaparma
kuçlarınıza her dokunuşumda
duydum bileklerimde aynı serinliği
şölenlerde bitkin, gecelerde uykusuz ve herhangi bir ilkçağ kadar imanlıydım.
kalebent karatında sessiz ve öfkeliysem şimdi
ihtimaller içinde yırtık bir yelkenli, bir hengâme suretiysem
adımı unutarak yaslı
ve çılgınca geziniyorsam mahyalarında şaşkınlığınızın
birinizin anlamıyla hiçbirinizin anlamı arasındaki farksızlığı
anladığımdandır.

hey!sarhoş kayalıklarda ve istasyon arkalarında tükettiniz coşkumu
kâinatın altındaki bu hades ülkesinde yaşamaya mahkûm oluşunuzun
kör kiniyle sevdiniz açık hayat kıldığım sevincimi
'nihil humanum aliena mea est' eski bir şarkının sözleriydi
vazgeçiyorum artık; eksiltin beni hayatınızdan
yalnızlığımdan dönmek istiyorum bugün, altımda bir dünya
yabancım olsun size ait ne varsa...

ORHAN ALKAYA

Seviş Karasi Bir Defterden

3. yıl;

hâlâyüzünüz gün ışığına küskün bir serçe yavrusu kadar kimsesizdir. bunu anladığımda sizi tanımıyordum bile; ansızın çıktınız karşıma. öyle kararlı bir sessizliğiniz vardı ki, ürkekliğinize bile dokunamadım hoyrat bulup ellerimi.boynunuzdaki ve dilinizdeki ben, gözlerinizin kuşatılmış sabah okyanusu parlayışı ve çocuk dağınıklığı ayaklarınızın uzaklığım oluyor her özleyişimde sizi.hayır! gerçek olabileceğinize inanmadım hiç. en beyaz o gecede bile lanetli bir korkuyla kapattım gözlerimi.dudaklarınız, yalnız dudaklarınızdı belki kudurgan bir sevinçle boğulayazdığım o an.sizi sevmek için büyüttüğümü söyleyemem kalbimi. ne sizde var buna inanacakgenç kız coşkusu;ne de ben yağmurlardan kaçacak kadar yitirilmiş bulutlarıma yerinmedeyim.vedalaşmak sizinle ve sonsuza doğru vedalaşmak istiyorum.bir başka uyumun cehenneminde, dilime amansız yakışan sözcüklerleyalnızım; çünkü siz varsınız!"

ORHAN ALKAYA

Aşkın "Vav" Hali

Ey aşkın binbir başlı vav
hali Ey sonsuz kavram
Gaflet vaktinde
Gel gönlümün üstüne
Usta bir hattatım ben
Aşkı çizerim mekânlara
Aşk sığmaz ki bu ummana
Vav olur gözlerimiz
Bürünürüz canlara
Bir seyyah gibi
Gelip göçen, göçüp giden
Bu mekândan mekân’a
Demem o ki
Tarifini yapamam ben imkâna
Bir hattatım
Zamana vav çizmekteyim
Hilalin dolunaya
Dolunayın hilale dönüştüğü zamana

Ve mahlukat
Nefes nefes aşk çekerken
Mevla’ya
Üstümde aşk kokusu var
Yaşadıkça beni yontar
Ve benzetir insana
Elimde vav
Gönlümde vav
Gözümde vav
Dem dem vav kesilirim
Beni insan yapana
Ey kalbimden geçeni bilen Allah’ım
“Kulum” de kâfi bana
İster nârına garket
İster nuruna ...
MEHMET EKİCİ

Pavesa 'dan alıntı..

...hicbir tutkunun,o tutkuyu icinde tasiyan kisinin yapisini degistirecek kadar guclu olmadigina inaniyorum.olunebilir,yine de degismez hicbir sey.coskunun dorugu asildiktan sonra, daha once neyse ;hayatini yasamayi surdurur.ya da daha iyisi:kendi gercek kisiligimizi goruruz bunalim sirasinda,bizi dehsete dusurur bu, olaganlik biktirir, ugradigimiz asagilanmanin agirligi olcusunde olmek isteriz belki, ama kendimizden baska suclayacak kimse yoktur.bu yanliz yasami suruyorsam, gunlerimi amacsiz,dunyayla bag kurmakta yeteneksiz geciriyorsam,ona borcluyum bunlari:her seyi ona borcluyum,ama baska biriyle daha iyi olamazmiydim acaba?beni, dogamin istedigi gibi asagilama yeteneginde olan baska biriyle demek istiyorum....

kendini oldurenler-cesare pavese

Charles Bukowski 'den

"yalnız kalmaktan daha kötü şeyler de vardır hayatta ama genellikle bir ömür alır bunun farkına varmak o zaman da çok geçtir ve çok geçten daha kötü bir şey yoktur hayatta"..

Etki Ve Tepki

en iyilerimizin sonu genellikle kendi ellerinden olur
sirf uzaklasmak için,
ve geride kalanlar
birinin onlardan
uzaklasmayi neden isteyebilecegini
bir türlü tam olarak anlayamazlar.

charles bukowski

Yaşam Dansı

beyinle ruhu ayıran alan
birçok farklı biçimde
deneyimden etkilenir
kimi beynini yitirip ruha dönüşür:
deli.
kimi ruhunu yitirip beyne dönüşür:
entelektüel.
kimi ikisini de yitirir
ve kabul görür.

(charles bukowski / bir tek ben miyim böyle yaşayan?)

Yavuz Sultan Selim Han

Sanma Şahım Herkesi Sen Sadıkane Yar Olur,
Herkesi Sen Dostmu Sandın
Belki Ol Ağyar Olur,
Sadıkane Belki Ol
Alemde Serdar Olur,
Yar Olur Ağyar Olur
Serdar Olur Didar Olur....

Yavuz Sultan Selim Han (soldan sağa ve Yukardan Aşağı Aynı cümleler okunur)

Tepki_SİZ 'ler için...


akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin. midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı, rahat. ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef. koyun gibisin kardeşim, gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf. ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende. ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, - demeğe de dilim varmıyor ama - kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
NAZIM HİKMET RAN

Gerçek Sevgi...

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" Bakın göstereyim demiş, ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasındanda derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. "Ermiş bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. Peki demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine şimdi demiş ermiş, sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince, her biri uzunboylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarakiçirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlarsofradan işte demiş ermiş, 'kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse,o aç kalacaktır. ve kim kardeşini düşünür dedoyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz ve şunu daunutmayın, gerçek pazarında alan değil, veren kazançtadır daima.

Hilmi Yavuz'dan Seçmeler

“çoktan geçtim adımdanbaşka bir şey değilim artık aynalarımdan”
* *
"bendim dışına düşen uçurumlarınkimseye kıyısı yok içdeniz"
**
"ben bana çivilidir, isa'yla çarmıh neyse;aşksa bir iç kanama...gül,gülden içeri'yse"
**
“sustum…ki incecik bir hüzündü yüzümyakıştı yaşadığıma, yaşamadığıma.”
**
"hüzün ki en çok yakışandır bizebelki de en çok anladığımız"

Kurtulamayan

sen kader ağacı değilsin---nedeni bu
tutkularına bırak kendini
bir soluk var yaşıyor uzak uzak
bu daha ölmemişsin demektir...

önce bitir bu şarkıyı
bir bardak doldur mavi
--hicbiri acmıyor mu seni-
ve git bu gelmediğin yere
kurtulamayan--nedeni bu...
ECE AYHAN

Uçurtmalar

en sevdiği renk mor olan kadınen sevdiği kelime "asi"en sevdiği oyun incitmek benihıncı, çocukluktan kalma bir yara izi gibi ipleri dolaşmış uçurtmalar misaline beraber uçabildik, boşverip şu dünyayıne gidebildik kendi yolumuzarüzgarda savruk, başına buyruksenle ben... zamanı, yaralarla ölçen kadıngeçmişiyle kavgalı gündüz isyankargeceleri tanrı’ya sığınan kız çocuğukırdığı kalpleri dizmiş ipegene en büyük zararı kendine en sevdiği ses, çocuk sesigüneşli, billur, neşeli/ oysa, yıllar var ki kendianne olmayı istememişçekip gidebilmek için bir güngeride ekmek kırıntıları bırakarakkuşlar yesin diye ayak izlerinikalmasın ne bir sızı ne kalp yarası sevişirken taşkın bir nehiröpüşürken kor bir alevuykusunda melek gibi masumbakmaya kıyamadığımkaç gece göğsünde uyuduğumama beraber uyanamadığım kadın ipleri dolaşmış uçurtmalar misaline beraber uçabildik, boşverip şu dünyayıne gidebildik kendi yolumuzarüzgarda savruk, başına buyruksenle ben... her hasretten sonrabaşka başka sevdaların kollarındayemin etmişken bir daha konuşmamayagene bulup birbirimizisabahı olmayan gecelerdealdatma pahasına sevdiklerimiziağlayarak seviştiğim kadınsenle ben ipleri dolaşmış uçurtmalar misali ipleri dolaşmış uçurtmalar misaline beraber uçabildik, boşverip şu dünyayıne gidebildik kendi yolumuzarüzgarda savruk, başına buyruksenle ben..ELİF ŞAFAK

"Gözbebeğim"...

"gözbebeği: İnsanlarda yuvarlak, hayvanların çoğunda ise dikine elips biçiminde olan gözbebeğinin çapı, irise gelen ışığın miktarına göre değişir. Karanlık ve uzaklık büyütür gözbebeğini; aydınlık ve yakınlık küçültür. Yani bu kararsız çember, ışık varsa küçülür, ışık yoksa büyür. Yakına bakarken de küçüldüğüne göre, yakın olan aydınlıktır, aydınlıktadır. Uzağın payına karanlık düşer. Zaten karanlığı kimse yakınında görmek istemez.Aşık olunca da büyür gözbebeği; demek ki âşık olunan hep uzaktadır. Aradaki mesafenin verdiği acıyı azaltmak için, maşuka 'gözbebeğim!' diye hitap edilir."
ELİF ŞAFAK-MAHREM

Düşünce Kileri...

Bir kulun üzerinde Allah’ın nimeti çoğaldıkça, o kimseye karşı insanların külfeti de artar. İnsanların o külfetlerine katlanmayan kimse, o nimeti yok olmaya sunmuş olur.Hz. Muhammed
-------
Biz büyüdükçe acı azalıyor sanki. Ama sonra bir gün ansızın gözlerde, saçlarda, yüz çizgilerinde, ellerde derin, hiç silinemeyecek izlerle beliriveriyor.Kürşat Başar/Konuştuğumuz Gibi Uzaklara -------
“Bazen sert bir rüzgâr esebilir,” demişti, “o zaman boynunu eğmekten utanma, yeniden başını kaldıracağını, yalnızca rüzgârın geçmesini beklediğini düşün.”Kürşat Başar/Sen Olsaydın Yapmazdın, Biliyorum
-------
Hayat kocaman sevgi, gerisi dipnot…Bülent Akyürek/Cinnetim Cennetimdir
------
Hayat bazılarına mutsuz olmakla, duygusuz olmak arasında bir tercih hakkı tanır, daha fazlasını değil.Murathan Mungan/Yüksek Topuklar
------
Fırsatlar, hazırlıksız olarak yakaladıkları ile zaman kaybetmeyecek kadar kibirli krallardır.George S. Clason/Babil’in En Zengin Adamı
-------
Sustum. Konuşabileceğimiz onca şey varken… Konuştukça, paylaşıldıkça güzelleşeceğine inandığım onca şey varken. Sustum. Sükûtumu bir ikram gibi sunarak. Konuşmayı paylaşamıyorduk, paylaşılan sükût olurdu belki…Fatma K. Barbarosoğlu/Acı Deniz
-------
Dünyada laleleri çıkarıp da yerlerine şalgam dikecek tek bir fert tasavvur edemem… Hakikatte ancak hiçbir şeye yaramayan şey güzeldir.Gautier
-------

Başlık

Çocukluk;A/. Elde edemediği, isteyip de alınmayan, ya da izin verilmeyen bir şey için ağlamak.B/. Yitirip ya da kırdığı bir şey için üzülmesini bilmemek. Bu çocukluktur. Çocuk içindedir onun.Büyüyünce A unutmak olacaktır, ağlamak B’ye inecektir.
Özdemir Asaf/’ça

İsterdim...İsterdim de...

Küçük bir balık Olup denizde,
Enginlere yüzmek isterdim…
Kumsalda çocuk olup
kumdan kaleler yapmak isterdim…
Midyenin içinde istiridye olmak isterdim.
Dev dalgalar olup sahile vurmak isterdim.
Bir şişede mektup olup sevgiliye gitmek isterdim...
Gemilere binip dönmemek isterdim.
İsterdim de...
Hayat Küçük şeylerden oluşur
Eğer sen istersen büyük olurlar
O zaman her şey yücelir...
D.B

Siyah Gözlerine Beni de Götür

Daha dokunmadan kurudu irem
çöllere bir türlü yağamıyorum
yeni bir koşunun başlangıcında
biraz deprem sonrası biraz şehir hülyası
bir kalp yangınından geriye kalan
siyah gözlerine beni de götür
artık bu yerlere sığamıyorum..
Pembe uçurtmalar yolladığından beri
sarardı tiryaki menekşeleri
sonbaharın tozlu kafeslerinde
sevgi turnaları yakalıyorum
turnalar gidiyor;ben kalıyorum
avareyim,asudeyim,yorgunum bilmiyorum neden sana vurgunum
Erzurum garında banklar üstünde
uyku tutmuyor karanlıkları
yitik düşlerimi kovalıyorum
gölgeler gidiyor;ben kalıyorum...
Binbir türlü kokuyorsa yaylalar
siyah gözlerine beni de götür
baharın koynundan koparıp sana
ipek bir mendile sardığım yüreğimle
şehzade gülleri gönderiyorum
umutlar kalıyor;ben gidiyorum.
Bütün yelkenlileri,deniz fenerlerini
kaptanları sorgulayan
yanından geçen küheylanların
korku tufanına yakalandığı
siyah gözlerine beni de götür
güneş ülkesinden gelen yiğitler
benzeri olmayan bir dünya kursun
cellat,ayrılığın boynunu vursun. ..
Usul usul intizarı çürüten
bu hercai diken,bu çılgın arzu sürüklüyor
imkansız muştuların eşiğine
gönül vadilerini bir ağaçtan düşen yapraklar gibi
düşüyorum tanyerine
ya topla yaralı kırlangıçları
ya da bu vefasız şarkıyı bitir
özgürlüğe giden tutsaklar gibi
siyah gözlerine beni de götür...
Nihat Genç

Sensiz Kalan Bu Şehri

sensiz kalan bu şehri yakmayı çok istedim
mavi bir aleve dönüştürdüm kalbimi bir anda
tutuşturmak istedim beni böyle
umarsız bırakıp gittiğin bu zalim şehri
yakamadım gözlerin dikildi karşıma bir caddenin tam ortasında
inanılmaz güzel bakıyordu gözlerime hafif ıslak
en özel en bilinmeyen türleri açmıştı papatyaların
hatıralarınla titriyordu içim kuşlar kanatıyordu gönlümü
gri bulutlar geçiyordu göğümden
anlamak üzreydim neron’un roma’yı neden yaktığını
karanlık bir koridor açıldı önümde anlayamadım
yenik düşmüş bir napolyon kadar mutsuzdum aslında
intihara kalkışan hitler kadar çaresiz
yakmak üzreydim ki bu şehri hatıraların
içli bir yağmur gibi boşandı üzerime
kediler geçti birden kavşaklarından şehrin
acı acı miyavladılar gözlerime baktılar kızgındılar kırgındılar
onlar da tutulmuşlar anladım sana bendeki kadar
onlar da terk ettiğin bu şehri çaresiz
yakmak istiyorlar yakamıyorlar
saçların dikildi karşıma bir sokak köşesinde
her telinde parmaklarımın izleri parlıyordu
benzersiz kokunu alıyordu kıvrımlarından rüzgar
gözleri doluyordu saçlarına bakan kedilerin
her biri bir kenarda darmadağın
çömelip kalıyordu yutkunuyordu
rengi kaçıyordu pencerelerde perdelerin
nereye yürüdüysem bakışın, duruşun, sesin
anladım söndürmeliyim tutuşan yüreğimi
kendimi yakmış olurum yakarsam bu şehri
çünkü sen her şeyinle bendesin

ʞşɐ ʞşɐ ʞşɐ...

Bir daire içerisinde kaçan ve kovalayan iki insandır aşk. Kovalayan bir süre sonra yorulur ve duraksar. Nefeslenmek için kovalamayı bıraktığı zaman, kaçan da duraksar yoksa beni sevmiyor mu diyerek. Roller değişir kovalayan kaçmaya kaçan kovalamaya başlar ve nerden giderseniz gidin bütün yollar ona çıkar. böylece sürer gider.Her şey bittiğinde aklınızda kalan sadece delice bir yorgunluktur.düşünürsünüz tüm bunlara bu delice yorgunluğa değdimi diye…Bilinmez yinede çember içindekovalayan mıdır kaçan?yoksa kaçan mıdır kovalayan ?Aslında çözüm çok basittir şaşılası biçimde basit ...Durmak…

Nazım Hikmetin Dilinden Aşk Acısı

bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme, başka hiçbir ise yaramayacaktır. sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. hani ağzınla kuş tutsan "bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile karşılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin. yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. ıyi halin cezanda indirim sağlamaz. sen, "ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu yapmadın" diye cevap verecektir. ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın. özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün,şiirler yazdın. "peki o ne yaptı" deme. herkes kendinden sorumludur aşkta. sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen neyapabilirsin ki onun için? hayatı ıskalama lüksün yok senin. onun varsa,bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın. her zamanki gibi yaşayacaksın sen."acılara tutunarak" yaşamayı öğreneli çok oldu. hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü birşey değil. sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki... epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor. kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana. yine içeceksin rakını balığın yanında. üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası.... sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir. yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma;yaşadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. elbet bitecek güneşe hasret günler. ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini... nazım hikmet