BLOGGER TEMPLATES AND TWITTER BACKGROUNDS »

19 Ağustos 2010 Perşembe

Aksis Mundi



kafiyesiz aşk bu
kırık-dökük bir sevda
duygularım toslamış buz dağına
cemreleri unuttum
düşlerim kar altında
korkular kiralıyorum buz çölünde
yürüyorum, gecenin düğümlendiği yere
menzil ırak şimdilerde, yolculuk yakın
darbe ağır, yara derin gönülde
cenaze sularında yunuyor umutlarım
bugünlerde farklı esiyor kavak yelleri serde
ay çiçekleri hüzne çeviriyor yüzünü
bir matem kokusu taşıyor gecelerden
heykeller dikiyorum tunçlaşmış bekleyişlerden
bir şair resmediyorum sol göğsüne, dilimle
arzular kırbaçlanmış
zikzaklar çiziyor aklım dolambaçsız yollarda
bölündükçe büyüyor korkularım
üşüyorum

kafiyesiz aşk bu
dümen kırık, acılar fora
artık yazılmamış bir kaderdir rotam
kabir kokan dudaklarında
asılı kalmış yarınlar karanlık yıldızlara
keşişlemeden esince rüzgarlar
titriyorum gözlerine baktığımda
hislerim kıyam etmiş, ayakta
ne isyanlar yaşıyorum içimde, celali
bir tarafı eski, bir yüzü yeni
Madımak'ın “âh”ı yüklü sırtıma,
Başbağlar'ın figanı
vebali boynumdadır ölmüş kelebeklerin
bendedir soğuk gecelerin kavurduğu kaygılar
unuttum daha dün gördüğüm rüyaları
unutulmuşken görülmemiş rüyalarda
suçlusu benim karanlık gecelerin
acıktığımı hatırlıyorum aşka
ağıtları duyulduğunda doğmamış bebeklerin
açlığımı unutuyorum
bakidir susuzluğum sevda okyanusunda
yürüyorum, adı konulmamış belalara

kafiyesiz aşk bu
lirik bir yalan
çamurdan bir sevda
balçıktan zevk alan
çekiyor beni karabatak düşünceler
bilinmeyenin bilinmez bilgeliğine
zifafsız vuslatlar yaşıyorum, nikahsız ayrılıklar
mümteni hülyalar peşinde
boğuluyorum ter kokulu bir deryada
kepeklerim mahrem yerlerime merhem
sırtlanmışım dünyayı mehtapsız karanlıklarda
gidiyorum ölmüş gölgelerin izinden
can çekişen umutlarım heybemde
buruk bakıyor gözlerim azdıran güzelliğine
ayaklarım gamlı yürüyor bu ara
gamsız dolaşırken kanım damarlarımda
aksis mundi
yıkıldı gönlümün direği
düşmüyor dilimden isyan kokan dualar
tövbesiz günahlara dalıyorum sabaha kadar
Leyle-i Kadir’de
küçüldükçe büyüyorum gözümde
büyüdükçe küçülüyorum
aklım yorgun
yasaklar yorgan
vurgun yemişim en durgun sularda
en soğuk sularda kırka yükselmiş ateş
başlamış sayıklamalar
kışın...
temmuzda...
dökülüyor yapraklar...

kafiyesiz aşk bu
berzahta bir sual
düz yollarda yalpalayan bir sevda
biraz kör, biraz topal
kırık vuruyor notalara anılar
sarhoş olmuş makam-ı nihavent
yanık türkü dinlemekten
atığımdan beri aklımın pabuçlarını dama
çıplak gezinmekteyim Arnavut kaldırımlarında
peşindeyim her gördüğüm güzelin
derin bir kabus var Bosna sokaklarında
korkulu bir rüya
sıkışmış mengeneye tabirler
kurşun olmuş aydınlık, tutulmuş güneş
siyaha vurulmuşum beyaz lekelenince
içimde kekeme bir intizar
yelken açmışım şifasız yaralara
kanadı kırık inançlarım ısıtmıyor ruhumu
ne de sokak lambaları
uryan kalmışım pervane yalnızlığımda
vergisi fazla bu aşkın, diyeti ağır
yüreğim soğumuyor feryat cehenneminde
yanıyorum tam da üşüdüğüm yerde

kafiyesiz aşk bu
en karanlık sayfalarında tarihin
daha yakılmadan ateş
yazı icat edilmeden daha
zincirlemişim ruhumu deniz gözlerine
Kâlû Belâ’da
ismin dudaklarımda zikir
fikrim heyelan altında
zemheri bir ayazda susuyorum
“fırtına öncesi bir sukut bu”
mahşeri bir gürültü
unuttun mu? nadasa bıraktığım gün vuslatı, çoraktı yüreğin
yağmur duasına çıkmıştım ya hani..
hani kurban etmiştim ya kendi ellerimle kalbimi,
adağım sendin işte
senin için bağlamıştım çaputları iğde dallarına
sulamıştım nilüferleri
vuslat pınarında
yıkansın diyordum kor yürekler
heyhat! aksis mundi
sevgi yağmurlarından damıtılmış ateşlerde, donuyorum şimdi

kafiyesiz aşk bu
kifayetsiz bir sevda
eğiriyorum yumak olmuş karanlıkları
pusulasız kalmışım Araf’ta
dayanmış kapıma gece
nasır tutmuş bekleyişlerde hüzün
tek mevsim var zihnimde
bir parça kara kış, bir salkım yaz
hülasa sonbahar, hazan, güz
alaca bir sevda bu, alaca karanlıkta
birazcık gece, bir tutam gündüz
sözde ikramiye günü yarın bir busecik zamla
tarihi satın alacaktım yalanlardan
mecnuna aşk satacaktım pazarlıksız
yakamozlar altında
heyhat! aksis mundi
renklerimi kaybettim ararken ahengimi
rahmeti unuttu yağmur
gri bir lanet yağıyor şimdi
açmıyor eskisi gibi çiçekler
bazen “beden” oluyorum cennetten kovulan
İbrahim’e ateş, İsa’ya çarmıh
içimi gıdıklıyor şeytan
en zayıf yerlerimde arsız vesveseler
kalbim çivilenince aşka
kilitlenince zaman
kutsuyor beni vaftizci Yahya
kah kuyu oluyorum Yusuf’a, Kenan’da
miracım yarım
kah ikiye yarılıyor aklım
Akdeniz’de
Leyla’yı arıyorum şimdi Maria’yı kaybettiğim yerde
aksis mundi
sahi, bu aşkın redifi kimdi?

kafiyesiz aşk bu
sahici bir riya
eli kulağında bir ayrılık
vuslat uzlette artık
Eros sağır, Afrodit ama
bir veba havası var Olimpus’ta
şifa olmuyor yaralara şamanların dansı
aksis mundi, gün bu gün
umutlar yeşeriyor dağlarda
Tûr’u Musa’ya bıraktım dün, Zeytin’i İsa’ya
Atlantis’i arıyorum şimdi
yanımda gül kokulu bir yetim
göbeği kesiliyor alemin
bakir bir sevinç bu, tadılmamış bir haz
bağ bozumu ayrılıklar nöbette
ümitler beyaz bakıyor yasak meyvelere
Horasan’da, vakit hasat vakti
zevkleri sen topla diyorum, ıstırapları ben
Kabe’de ruh olayım
Akdeniz’de beden

kafiyesiz aşk bu
kurumuş bir papatya
su arıyor gönül kör kuyularda
bekçisi hani duyguların, zaptiyeleri nerde?
yaktım tüm anızlarını hislerimin
talan olmuş sevdaların peşinde
körkütük sarhoşluk bu
zonkluyor kasıklarımda en ayıp duygular
sıkıştırıyor göğsümü gölgesiz bir heyecan
girdap olmuş çekiyor beni derinliklere
kükredikçe kükrüyor kamçılanan arzular
Akdeniz’de
aksis mundi
Hermes’te kim
tercümanım İdris benim
lanetler okuyorum Ben-i İsrail’e, İsmail’in dilinden
bir cümle dolaşıyor hançeremde
dilimde öfkeli türküler
lodos, poyraz, alize
acı esiyor yeller acımaz dediğim yerleri acıtarak
buram buram yas kokuyor caddeler
sokakların en yakın arkadaşı ölüm
Beyt-i Lahim’de
tekbir, isyan, şehadet, küfür
fecir vakti fucûr
kan çekiliyor damarlarımdan hokkalara
kırmızı bir ayrılık bu, kırmızı bir dumur
Kerbelâyı kırmızı besteliyor nabzım
sol fa sol la
kanımda kardeş yarası
bir yanda oğlum bir yanda kızım
ağlıyorum
Maçin’de kaybettiğim kimliği, Akdeniz’de arıyorum şimdi
köprüleri yaktığımdan beri anılarımla
boşadığımdan beri hayallerimi
soruyorum
sahi, redifi kimdi bu aşkın?
nerede aksis mundi?

2004


* Aksis Mundi: 'Dünyanın direği' demektir. Özellikle Romen din tarihçisi M. Eliade tarafından kullanılan anlam içeriğine göre bu kavram, 'her inananın dünyanın merkezinde yaşama arzusunu' dile getirir. Esasen bu arzudan dolayı da farklı inançlar kendilerine göre farklı merkezler oluştururlar. İnanan insan dünyanın merkezinde yaşamak ve gök ile yer arasındaki bağlantının kurulduğu yerde bulunmak ister.


Hayal: Kültür-Sanat-Edebiyat Dergisi, Ekim-Kasım-Aralık 2005, Sayı: 15, s. 19-22.

Asım Yapıcı

14 Ağustos 2010 Cumartesi

BAZI KADINLAR VARDIR…

Onlar sadece kadındır… Evet, sadece kadın… Üstelik sadece kadın olarak kalmaktan son derece memnundurlar… Eh sadece kadın olunca da hayattaki en büyük gayeleri erkek oluyor elbette… “Ben istediğim her erkeği elde ederim!” … Bu cümleyi ilk duyduğumda dehşete kapılmamıştım, işin ciddiyetini bile anl...amamıştım, bunun bir meziyet olduğunu sanacak yaştaydım o zamanlar… Sanmıştım da zaten. Bunu söyleyeni de pek becerikli bir kadın sanmıştım, gerçi becerilerini sonradan anlamıştım. İstediğin erkek her daim elde edilecek biriyse sen değil herkes elde eder onu. Elde etmek fiilinden bu cümlede nefret ettim şu anda. Aşık olmak, sevmek, hoşlanmak gibi daha hissi fiilleri tercih ederim, ama onlar da bu iddialı cümleye girdiğinde anlamlarını yitirecekler zaten… “Ben istediğim erkeği kendime aşık ederim” … İyi halt edersin, madalyayı nerede takıyorlar o zaman? Hep bir iddia ve sürekli kendinden vazgeçiş var aslında… Zira bu kadar iddianın ardından erkeğe oturup Neruda’dan şiirler okumayacaksın herhalde, “ilkbaharın kiraz ağaçlarıyla yaptığını yapmayacaksın” adama, eril düşüncenin kadını nasıl ezdiğinden de bahsetmeyeceksin sanırım… Tam da kendin eril düşünceye yakışır davranırken üstelik. Oldu! Bu bir meziyet değil, üzgünüm. Belki de sen sadece senin numaralarına kanacak erkekleri istiyorsundur… Her şey olabilir… Bir adamın aklını başından almanın türlü yolları olabilir hatta demir yürekli olanlar için bile bir yol bulunabilir. Sonuçta herkesin bir zayıf noktası vardır. Zorlarsan kırılır. Sonuç; kadının kendini sınır bilmeden sunmasıdır. Budur yani elde etmek… Kendini tamamen feda etmekle eş değer… Erkek de geri zekalıydı, anlamayacak sanki bu numaraları… Kadınları bir eşya, erkekleri de kandırılacak birer aptal gibi gören zihniyete tersim ben… Kimse aptal değil… Herkes aslında memelerin emzirmeye ve bacakların da yürümeye yaradığını biliyor… Karşısına “sadece kadın” olarak çıktığınız erkekler bir gün sizden vazgeçerler… Hepimiz insanız çünkü, zayıflıklarımızla bizi kandıranları en sonunda anlarız. Kaç aşk böceğinin içinden ne hıyarlar çıktı. Anlamadık mı? Onlar da anlarlar, Afrodit’in içinden çıkan aptalı… “Güzel olan bir şey, her zaman iyi olmayabilir; ama iyi bir şey her zaman güzeldir” diye boşuna dememiş L’Enclos…


-alıntı-

3 Ağustos 2010 Salı

SEVMEK

seni sevmek demek
gökten bir koç inmeyeceğini bile bile
ismail'in itaatiyle
ses etmeden
kör bıçağa uzanmak demek.....

ve seni sevmek
boynumu öperken sen
şah damarımdaki dişlerine
itiraz etmeden
mat olmaya heveslenmek
oluk oluk kanım dökülürken
"uğruna ölüyorum ya"diye
tebessüm edebilmek demek .....

seni sevmek demek
yusuf için ellerini kanatan kadınların elindeki bıçağı kapıp
yüreğimi lime lime ederek
her bir yarana sarmak demek.....


ve seni sevmek...
kör kuyudaki sevgilinin bekleyişine umut düşsün diye
uykularımı bölüp aya ninni söylemek demek.....

seni sevmek demek
züleyhanın yusufa hasret kucağında
ayetle kutsanmış bir aşka
gusletmeye hacet duymadan ibadet etmek demek....

ve seni sevmek
Mevlana'nın "gel" davetini duymazdan gelip
dudaklarının "git""lerinde yanmaya
"piştik" elhamdülillah demek.....


Gülnihal ÖZKAN

11 Temmuz 2010 Pazar

Yine öyle bir akşamüstü saati işte...
Ben yine olay yerindeyim
Hergün yüzlerce kelimeyi katlettiğim, kanattığım yerde...

Aklımın odalarında parmak ucunda yürüyorum
Elimde yine cinayet aletim, kalemim...
Az önce bir "seni seviyorum"un önünden geçtim
Bilekleri kesikler içinde, intihar müptelası bir "seni seviyorum"un...
Bütün kelimeler yardım için sağa sola koşuştururken
bir kapının eşiğinden bakıp kıs kıs gülen "ben de seni"yi gördüm...
Neye güldüğünü sordum merakla, "seni seviyorum"a dedi...
Kan beynime sıçramıştı, yakasına yapıştığım gibi göz göze geldik, irkildim !

O gerçek "seni seviyorum" değil dedi, şaşırdım...
O, ben yokum diye intihar eden "ben de seni"ye muhtaç
"seni seviyorum" kılığındaki "pazarlıkçı aşk(!)" dedi
İnanmak istemiyordum, omzuma dokundu ve -izle- dedi...
Kelimelerin arasından sıyrıla sıyrıla "pazarlıkçı aşk(!)" olduğunu söylediği
ölmek üzere olan zavallı "seni seviyorum"un yanına gitti...
Nefesimi tutmuş, olacakları bekliyordum...
ve tam da o anda hiç beklemediğim bir şey oldu;
"ben de seni"nin -ben geldim- demesiyle
az önce bilekleri kesikler içerisinde can çekişen "seni seviyorum"
şey pardon "pazarlıkçı aşk(!)" sanki hiçbir şeyi yokmuşçasına zımba gibi ayağa kalktı...
"ben de seni"yi öpücüklere boğuyor ve gülücükler saçıyordu
Bileklerinin kesiği iyileşmiş, ölmeye de hiç niyeti yoktu...

Yaşadığım hayal kırıklığıyla kelimelerin arasında çöktüm kaldım...
Bunca yıldır "seni seviyorum" olarak tanıdığımın
aslında "pazarlıkçı aşk(!)" olduğunu öğrenmek beni yıkmıştı...
Kafamı kaldırdığımda sarmaş dolaş bir şekilde uzaklaşan
"ben de seni" ile "pazarlıkçı aşk(!)" ı gördüm...

Artık tükenmek üzere olan gücümü toplayıp bir nefeste seslendim :

--- Heyyy "ben de seni" ! peki ya "seni seviyorum"u nerede bulabilirim söyler misin ?
** Yanlış yerde arıyorsun evlat, burada bir ömür bulamazsın,
Aklından milyonlarca kelime geçer ama yüreğinde tek bir kelime ikamet eder...

ONU BULMAK İSTİYORSAN, AKLININ ODALARINI KİLİTLE,
"SENİ SEVİYORUM" YÜREĞİNİN FAKİRHANESİNDE...!

// K.N

Yine öyle bir akşamüstü saati işte...
Ben yine olay yerindeyim
Hergün yüzlerce kelimeyi katlettiğim, kanattığım yerde...

Aklımın odalarında parmak ucunda yürüyorum
Elimde yine cinayet aletim, kalemim...
Az önce bir "seni seviyorum"un önünden geçtim
Bilekleri kesikler içinde, intihar müptelası bir "seni seviyorum"un...
Bütün kelimeler yardım için sağa sola koşuştururken
bir kapının eşiğinden bakıp kıs kıs gülen "ben de seni"yi gördüm...
Neye güldüğünü sordum merakla, "seni seviyorum"a dedi...
Kan beynime sıçramıştı, yakasına yapıştığım gibi göz göze geldik, irkildim !

O gerçek "seni seviyorum" değil dedi, şaşırdım...
O, ben yokum diye intihar eden "ben de seni"ye muhtaç
"seni seviyorum" kılığındaki "pazarlıkçı aşk(!)" dedi
İnanmak istemiyordum, omzuma dokundu ve -izle- dedi...
Kelimelerin arasından sıyrıla sıyrıla "pazarlıkçı aşk(!)" olduğunu söylediği
ölmek üzere olan zavallı "seni seviyorum"un yanına gitti...
Nefesimi tutmuş, olacakları bekliyordum...
ve tam da o anda hiç beklemediğim bir şey oldu;
"ben de seni"nin -ben geldim- demesiyle
az önce bilekleri kesikler içerisinde can çekişen "seni seviyorum"
şey pardon "pazarlıkçı aşk(!)" sanki hiçbir şeyi yokmuşçasına zımba gibi ayağa kalktı...
"ben de seni"yi öpücüklere boğuyor ve gülücükler saçıyordu
Bileklerinin kesiği iyileşmiş, ölmeye de hiç niyeti yoktu...

Yaşadığım hayal kırıklığıyla kelimelerin arasında çöktüm kaldım...
Bunca yıldır "seni seviyorum" olarak tanıdığımın
aslında "pazarlıkçı aşk(!)" olduğunu öğrenmek beni yıkmıştı...
Kafamı kaldırdığımda sarmaş dolaş bir şekilde uzaklaşan
"ben de seni" ile "pazarlıkçı aşk(!)" ı gördüm...

Artık tükenmek üzere olan gücümü toplayıp bir nefeste seslendim :

--- Heyyy "ben de seni" ! peki ya "seni seviyorum"u nerede bulabilirim söyler misin ?
** Yanlış yerde arıyorsun evlat, burada bir ömür bulamazsın,
Aklından milyonlarca kelime geçer ama yüreğinde tek bir kelime ikamet eder...

ONU BULMAK İSTİYORSAN, AKLININ ODALARINI KİLİTLE,
"SENİ SEVİYORUM" YÜREĞİNİN FAKİRHANESİNDE...!

// K.N

Bir geceyi uğurlamak, karşılamaktır da bir sabahı
Bir sabah vakti sessizliğinde, seviyorum seni...
Ağlamanın eşiğinde, nemli bir çift göz gibi burada hava
Daha bir özlüyorum seni böyle zamanlarda...
Damla damla özlerken seni,
Bulutlara ağlayan meleklerin eşlik etmesiyle,
Boran olup çağlıyorum, senin yoluna...
Kapalı havalarda dizlerim değil ama
yüreğim sızlar benim hep
Seni merak ederim en çok, nasıl olduğunu...
Hiç istemedim yağmurlu bir güne uyanmanı,
dedim ya dizleri sızlamaz aşık olanın,
romatizması yüreğindedir, sevdiğinden uzakta...
Ve bu sabah yüreğim dayanılmaz derecede sızlıyor
Bulutların ardı karanlık, melekler de görünmüyor...
Gözlerim de nemlendi, biraz sağanak olacak sanırım...
Az önce kapıya çıktım, şöyle bir bakınayım diye
Gözyaşı sağanağı arasında kirpiklerin uçuşuyor kapının önünde
ne o, gözlerine sonbahar mı geldi sevgilim ?
Seni çok özledim,
Dur ! Ne olur ağlama,
yüreğim çok sızlıyor...


// K.N


Sevdiğim masallara ihanetti seni sevmek,
ya da sana ihanetti, masallara inanmak...
Bu gece ya seni öldüreceğim, ya annemi
Bir yalancı var hayatımda !
Uyuyan güzel sandım önce seni
öyle masum uyuyordun ki, kıyamadım uyandırmaya...
Oysa uyanmamalıydın ben öpene kadar
ben öpmeye kıyamadım, ama sen uyandın...

Sonra Rapunzel'e yordum saçlarının güzelliğini
yanına gelmem için uzatıyorsun sandım saçlarını
ve tutundum, hayata tutunur gibi...
Nereden bilirdim bir nefes kala sana,
saçlarını kökünden keseceğini...

Sonra Külkedisi'ydin kalbimdeki kıyafet balosunda
"La vie en Rose" çalsın istedim, pistin tam ortasında
Ölüme beş kala son dans olacaktı bu, oldu da !
Saat 00:00'ı vurdu
ve akrep, yelkovanla bir olup, on iki yerimden vurdu beni...
Geriye senin camdan ayakkabın değil,
benim paramparça yerlere saçılan camdan kalbim kaldı...
Şimdi seviniyorsundur seni bulamayacağım diye
Bilmiyorsun ki; bütün düşlerimde ayak izlerin var !
Kanlı ayak izlerin varken, senin camdan ayakkabını im arar ?

Şimdi önümde iki idam fermanı var,
biri annemin, diğeri senin...
Ve ben hükmümü verdim, annemi mutlu masallarda yaşatacağım...
Mührümü senin fermanına vuruyorum sevgilim...
Şimdi seç bakalım masal katili kadın;
Bir uyuyan güzel olup, uyku haplarıyla mı,
Rapunzel olup kestiğin saçlarında asılmayı mı,
yoksa Külkedisi olup camdan bir giyotinle başının vurulması mı ?
Ama HAYIR !
Bütün masal katillerine ibret olmalı senin ölümün,
seni bir cümlede öldüreceğim...

Bir varmış, hiç yokmuş
Zamanın "hiç'inde" bir kadın düşlere hapsolmuş !!!

K.N

AŞK MEKTUPLARI : Victor Hugo’dan Juliette Drouet’ye


31 aralık 1851

Bütün bu karanlık ve şiddet dolu günler boyunca harikuladeydiniz,Juliette’im.Sevgi istedim getirdiniz, sağ olun!Gizlendiğim yerlerde ,sürekli tehlikede beklemekle geçen gecelerin sonunda, kapımda parmaklarınızda titreyen anahtarın sesini duyduğumda,kötülükler ve karanlıklar yok oluyordu; içeriye ışık giriyordu! Çatışmalara ara verildiğinde yanı başımda olduğunuz o korkunç, ama müthiş tatlı saatleri asla unutmamalıyız. O küçük karanlık odayı, tavandan, duvarlardan sarkan o eski eşyayı, yan yana duran iki koltuğu, masanın bir köşesinde yediğimiz yemeği, getirmiş olduğunuz soğuk tavuğu yaşamımız boyunca unutmayalım; tatlı onuşmalarımızı, okşamalarınızı, kaygılarınızı, adanmışlığınızı hep anımsayalım. Beni sakin ve dingin gördüğünüze şaşırmıştınız.Bu sakinlik ve dinginlik nereden geliyor, biliyor musunuz?
Sizden…..

AŞK MEKTUPLARI : Franz Kafka’dan Milena Jesenska’ya




1922 dolayları

Hayır Milena,size yazmam için bir başka olanak daha yaratmanızı sizden bir kez daha rica ediyorum. Postaneye boşuna gitmemelisiniz, o küçük postacınız bile-kimdir o?- gitmemeli, hatta postacı kadına bile boş yere mektup sormamalısınız. Başka hiçbir olanak bulamıyorsanız duruma dayanmak zorundasınız, ama hiç değilse biraz çaba harcayın, yazmam için olanak yaratın.
Dün gece düşümde sizi gördüm. Ayrıntıları anımsayamıyorum, bildiğim tek şey birbirimizin içinde eriyip ağladığımız.Ben sizdim,sizse ben.Sonunda nasıl olduysa alev aldınız. Ateşin kumaşla söndürüleceği aklıma geldi, eski bir ceket alıp üzerinize vurmaya başladım. Ama bu kez görünümünüzde değişmeye başladı, değişti, değişti, sonunda artık görünmez oldunuz, bu kez ben yanıyordum, ceketle alevleri döven de bendim. Ama dövmemin bir yararı olmadı ve bu tür şeylerin yangını söndüremeyeceğine ilişkin eski korkumu doğruladı.
Bu arada itfaiyeciler geldi ve nasıl olduysa sizi kurtardılar. Ama eskisinden farklıydınız, hayalet gibiydiniz, karanlığa tebeşirle çizilmiş çizgilerden oluşuyordunuz sanki, sonra kollarıma yığıldınız, ölmüştünüz yada belki kurtarılmış olmanın verdiği sevinçten bayılmıştınız. Ama burada da şekil değiştirmenin belirsizliği devreye girdi,belkide birinin kollarına yığılan bendim…

AŞK MEKTUPLARI : Abélard & Héloise



Asağıdaki satırlar Fransız tarihinin en dramatik askının kahramanları şair, filozof Abélard ile ögrencisi Héloise’in birbirlerine yazdıklari mektuplardan alıntılanmıştır. 1079 yılında Nantes yakınlarında doğan Abélard gençliğinde felsefe ile ilgilenir. Eğitimini sürdürmek için Paris’e gider, dinbilim dersleri alir ve konusmalari ile Paris’i adeta fetheder. 37 yaşında iken 12. Yüzyılın sıradışı kadınlarından; egitimli ve güzel, Héloise ile tanışır. Héloise o sırada 15 yaşındadır. Felsefe eğitimi ile baslayan bu tanışıklık tutkulu bir aşka dönüşür ve Héloise 1118′de bir erkek çocuk doğurur. Gizlice evlenirler. Héloise evliligin Abélard’in filozof kisiligi ile bagdasmayacağını düsünmektedir. Héloise’in dayısı Fulbert gayrimesru çocuk dogurdugu gerekçesi ile çifte karşı son derece acımasız eleştirilerde bulunur ve onlari taciz eder. Abélard karısını Fulbert’ten korumak için bir manastıra gönderir. Karısını korusada, kendisini koruyamaz.
Fulbert bir iddiaya göre kendi elleri ile Abélard’i hadim eder. Abélard’in tüm eserleri mahkeme kararı ile yakılır. Abélard rahip, Héloise rahibe olmustur. Bir gün Héloise’in eline bir mektup geçer :


“Elin. elin degmis bu mektuba “satırı ile baslayan mektupla Abélard’a cevap yazar… Gerçekte 7 mektuptan oluşan bu aşkın öyküsünü Ronald Duncan oyunlastırır.


ABÉLARD VE HÉLOISE


Elin. . . elin degmis bu mektuba.
Tesekkür ederim; bana yazmamissin ama.
Asik oldugum elin. O aska susamisim.
Hakkim var o elin yazdigi mektubu açmaya.
………..

Çünkü askim ölümüm oldu benim.
Sairlik taslamiyorum.
Gerçek bu: Sen olmayan her sey için ölüyüm ben.
Her gün seni unutacagim diye yeminler ediyorum,
Sonra seni düsünürken kendime yakalanıyorum.
Zaaflarima kızıp köpürüyorum,
Sonra iyi ki zayıfım diye sükürler ediyorum.
* * *

Inkar etme beni, kendini, ya da bizi.
Yaz bana, gizli düsüncelerini ögreneyim.
Kıskanmaya gücün varsa,
Tek rakibin, öptügüm mektuplari kiskan.
Küçücük bir kus gibiyim.
Havam sensin es üstüme.
Küçücük bir balik gibiyim.
Suyum sensin ak üstüme.
Suskunlugun çöl olur bana.
Suskunlugunda bogulurum.
* * *

Tanrım! Nasil da gıpta ediyorum,
Sevgisi bizim gibi olmayanlarin mutluluguna.
Nasil da ugrastim kendimce sana kara çalmaya.
Aklimdan tüm kusurlarini tekrarladim durdum.
Bu da ise yaramadi.
Hatalarinda da sen vardin.
Onlari hatirlarken erdemlerin geliyordu aklima.
Filozof dedigin, lafin tek gerçeginin yine laf oldugunu iyi bilir.
Edebiyatin en iyisi bile küçücük bir yaprak kadar hayat dolu degildir.
* * *

Bu satirlari yazarak beni inciten elinden nefret ediyorum simdi.
En tembel adam bile bir tohum ekebilir,
Marifet bakmakta ektigin tohuma.
Baskalarinin maliysak eger tutkunun araci oluruz da,
Asla dillendiremeyiz onu.
Köpege tasma takmasan da,
Sadakati baglar onu sana.
Bilirsin ki isteyerek kalmaktadir yaninda.
Iste ben bu özgürlügü istiyordum…

AŞK MEKTUPLARI : Napolyon’dan Josephine’e


1797 baharı

Josephine’e,

Artık sizi semiyorum; tersine sizden nefret ediyorum. Bir cadısınız siz,tam anlamıyla yoldan çıkmış, tam anlamıyla ahmak,gerçek bir Sindirella’sınız. Bana hiç yazmıyorsunuz,kocanızı hiç mi sevmiyorsunuz? Mektuplarınızın ona ne kadar zevk verdiğini biliyorsunuz, ama yine de eliniz ona beş altı satır çiziktirmeye varmıyor!

Peki bütün gün ne yapıyorsunuz Madam?Sizi sadık sevgilinize yazmaya vakit bulmaktan alıkoyacak denli yaşamsal bir uğraş içinde misiniz?Hangi bağlılık ona vatt ettiğiniz sevgiyi, sevecen ve sürekli sevgiyi boğmanıza,bir kenara atmanıza neden olabilir ki? Her anınızı dolduran,günlerinizi yöneten ve ilginizi kocanıza adamanıza engel olan bu harikulade yeni aşık kim olabilir? Bakın,söylüyorum Josephine; güzel bir gece kapılar kırılacak ve karşınızda beni göreceksiniz.

Aslında sevgilim sizden haber alamamak beni kaygılandırıyor, yüreğimi coşku ve sevinçle dolduran o güzel sözlerden oluşan dört sayfalık bir mektup yazın bana hemen.

Çok yakında sizi kollarıma almayı,sizi ekvator güneşi gibi kavurucu bir milyon buseye boğmayı ümit ediyorum…

AŞK MEKTUPLARI : Wolfgang Amadeus Mozart’tan karısı Constanze’ye

Mainz
17 ekim 1790

Not. Son sayfayı yazarken, kağıdın üzerine birbiri ardına gözyaşları düşmeye başladı.


Ama neşelenmeliyim-yakala!-şaşırtıcı sayıda öpücük uçuyor havada. Şeytan!Havada kaynıyorlar!Ha!Ha!…Üçünü yakaladım.Harikulade lezzetliler! Bu mektuba yanıt verebilirsin, ama mektubunu Linz Postanesi’ne göndermelisin. En güvenli yol bu. Regensburg’a gidip gitmeyeceğimi henüz tam olarak bilmediğimden, sana kesin birşey söyleyemiyorum. Zarfın üzerine, gelinip alınıncaya dek mektubun bekletilmesini yaz. Adieu. Çok sevgili, sevgililerin sevgilisi minik karım. Sağlığına dikkat et; kasabada dolaşmayı aklından geçirme. Lütfen yaz ve yeni yerimizi nasıl bulduğunu anlat bana,Adieu.


Seni milyonlarca kez öpüyorum…

AŞK MEKTUPLARI : Weimar

Weimar,
28 Haziran 1794


İşte size, iyi karşılayacağınızı umarak “Reinecke Fuchs” adlı maskarayı yolluyorum, sevgili dostum. Yaşadığımız dönemde de böylesine kişilerin yalnız saraylarda değil, tüm demokrasilerde de ne kadar tutunduklarını bildiğim için bunların dedelerinin dedelerini bulup ortaya çıkarmak ve onu yakından tanıtmak hiç de fena olmayacak gibime geldi.-
Fichte’nin felsefe ile ilgili yazılarını yollamıyorum, bu yazılarda hangi konulara değindiğini öğrenmek isterseniz bunları, sözlü olarak açıklanırken dinlemeniz gerekir. – Fichte’nin yakınımda olması beni sevindiriyor; bu yakınlıktan faydalandığım da oluyor. – Onunla karşılıklı konuşmanın ise ayrı bir zevki var. İnsan zekasını felsefe ile bağdaştırmayı vaad ettiğine göre ona ne kadar ilgi göstersek yeridir.
Allaha emanet olun ve beni hatırdan çıkarmayın. Gustel iyidir, keyfi ve sağlığı yerinde. Bana iyi dileklerde bulunurken, onu da unutmayın!
Şunu da söyleyeyim ki, Schiller, son zamanlarda, biz Weimar’lılara karşı daha iyi, daha yakın davranıyor. Buna seviniyor onunla beraber olmaktan çok iyi şeyler umuyor, bekliyorum. Allaha emanet olun. Aramıza katılın da, elde etmiş olduklarımızın ve edeceklerimizin tadını birlikte çıkaralım.


(Seçme Mektuplar II, Kültür Bakanlığı 1976)

AŞK MEKTUPLARI : Frida Kahlo-Diego Rivera

"gecelerim,çarpan kocaman bir yürek gibi.


saat üç buçuk.


gecelerim aysız.

gecelerim,pencerelerden süzülen gri ışığa gözünü kırpmadan bakıyor.

gecelerim ağlıyor,yastığım nemli ve soğuk.

gecelerim uzun,upuzun ve sürekli belirsiz bir sona doğru uzuyor.

gecelerim beni senin yokluğuna itiyor.

seni arıyorum,yanımdaki dev bedenini,soluğunu,kokunu arıyorum.

gecelerim, boşluk yanıtını veriyor.

gecelerim beni üşütüyor ve yalnızlıkla dolu.

bir temas noktası arıyorum.

tenini arıyorum.

neredesin? neredesin?

dönüp duruyorum,yanağım nemli yastığa,ıslak saçlarım şakaklarıma yapışıyor.

burada olmaman mümkün değil.

kafam serseri serseri dolaşıyor.

düşüncelerim gidip geliyor ve parçalanıyor.

bedenim artık anlamak istemiyor.

bedenim seni istiyor.

bedenim,şu sakat külçe,

senin sıcaklığında bir an için kendini unutmak istiyor.

birkaç saatlik dinginliğe çağırıyor.

gecelerim paçavraya dönmüş bir yürek.

gecelerim sana bakmak,ellerimle bedeninin her kıvrımını izlemek,

yüzünü bulup okşamak istediğimi biliyor.

gecelerim,senin yokluğundan dolayı soluğumu kesiyor.

gecelerim seni çağırmak istiyor ama sesleri çıkmıyor.

yine de seni seni çağırmak,sana kavuşmak,

bir an için sana sarılmak ve katleden zamanı unutmak istiyor gecelerim.

bedenim anlamıyor.

tıpkı benim gibi bedenimin de sana ihtiyacı var,belki de onunla ben biriz.

gecelerim,teni hissetmeye kadar kazınıyor,

sonunda duygu maddesel tözden arınarak daha güçlü,daha keskin bir hale geliyor.

gecelerim beni aşkla tutuşturuyor.



saat dört buçuk.

gecelerim beni tüketiyor.

senin eksikliğini çektiğimi biliyorum ve gecenin tüm karanlığı bu gerçekliği saklamaya yetmiyor.

bu gerçek,karanlıkta bir bıçak gibi parlıyor.

gecelerim sana uçabilmek,uykudan seni sarıp,sarmalayıp bana getirebilmek için

kanatları olsun istiyor.

uykunda,yanıbaşında olduğumu hissedeceksin ve kolların sen uyanmadan beni saracak.

gecelerim öğüt vermiyor.

gecelerim uyanık görülen bir düş gibi seni düşünüyor.

gecelerim üzülüyor ve yolunu yitiriyor.

gecelerim yalnızlığımı,tüm yalnızlıklarımı artırıyor.

sessizliği,ancak benim içimdeki sesleri duyuyor.

gecelerim uzun,uzun upuzun.

gecelerim günün hiç doğmamasından korkuyor;

ama aynı zamanda günün doğmasından da ürküyor gecelerim,

çünkü gün,her saatin iki saatmiş gibi uzun olduğu ve

sen olmadığın için tam anlamıyla yaşanmayan yapay bir gün.

gecelerim,gündüzlerimin de gecelerime benzeyip benzemediğini düşünüyor.

böylece günden neden korktuğumu anlayabilecek gecelerim.

gecelerim beni giydirmek ve gidip erkeğimi getirmem için beni dışarı itmek istiyor.

ama gecelerim her tür deliliğin yasak olduğunu ve düzensizlik yarattığını biliyor.

gecelerim nelerin yasak olmadığını düşünüyor.

onlarla bütünleşmenin yasak olmadığını biliyor,

ama bir bedenin umutsuzlukla birlikte kendisiyle bütünleşmesinden sıkılıyor.

çünkü beden,hiçle birleşmek için yaratılmamıştır.

gecelerim seni tüm derinlikleriye seviyor ve

benim derinliğimin yankısını taşıyor.

gecelerim düşsel yankılarla besleniyor.

gecelerim bunu yapabiliyor.

bense başaramıyorum.

gecelerim beni gözlüyor.

bakışları düzgün ve herşeyini içine doğru akıyor.

gecelerim,sevgiyle senin de içine akabilmek için burada olmanı istiyor.

gecelerim seni umut ediyor.

bedenim seni bekliyor.

gecelerim,senin ve benim hazza eriştiğimizi görmek için röntgencilik yapmak istiyor,

seni ve beni zevkten titrerken görmek istiyor.

gecelerim gözlerimizi görmek ve zevk dolu gözlerimize sahip olmak istiyor.

gecelerim her sarsıntıyı ellerinde tutmak istiyor.

gecelerim sessizce senin yokluğunda inliyor.

gecelerim uzun,uzun upuzun.

aklını yitiriyor ama senin görüntünü benden uzaklaştıramıyor,

arzumu yok edemiyor.

senin burada olmamandan dolayı ölüyor ve beni öldürüyor gecelerim.

gecelerim sürekli seni arıyor.

bedenim birkaç sokağın ya da adi bir coğrafyanın bizi ayırdığını anlayamıyor.

bedenim,geceni ortasında senin gölgeni görmemekten dolayı acıdan çıldırıyor.

bedenim uykunda sana sarılmak istiyor.

bedenim gece uyumak ve karanlıkta senin öpüşünle uyanmak istiyor.

gecelerim,bugün bundan daha güzel ve daha zalim bir düş tanımıyor.

gecelerim haykırıyor ve yelkenlerini yırtıyor,

gecelerim kendi öz sessizliğine çarpıyor,

ama senin bedenine ulaşamıyor.

eksikliğini öyle hissediyorum ki!

sözcüklerinin,renginin eksikliğini.



birazdan gün doğacak."




uzaktaki diego'ya mektup,

mexico city,

12 eylül 1939.


----------------------------------------


BİR DİĞER MEKTUP:




Frida Kahlo’dan Diego Rivera’ya…

23 temmuz 1935


(Şimdi biliyorum ki) bütün bu mektuplar,kızlarla ilişkiler,bana ingilizce! öğretmenleri, çingene modeller,”iyi niyetli” asistanlar,’ ‘uzaklardan gelen tam yetkili elçiler” yalnızca birer flört ve aslında sen ve ben birbirimizi çok seviyoruz ve bu yüzden sayısız serüven yaşıyoruz, kapıları çarpıyoruz, lanetler okuyoruz, hakaretler ediyoruz; bütün bunlara karşın birbirimizi daima seveceğiz…

Bütün bunlar, birlikte yaşadığımız yedi yıl boyunca sürekli tekrarlandı, yaşadığım bütün öfke nöbetleri sadece, sonunda seni canımdan çok sevdiğimi anlamama hizmet etti; yine anladım ki, beni aynı ölçüde sevmesen bile, bir şekilde seviyorsun. Ö yle değil mi?…
Daima bunun sürmesi umudunu taşıyacağım, bu bana yeter…

6 Temmuz 2010 Salı

Sahip miyiz gerçek bir dosta?

Terentius, "Onunla her şeyi paylaşmak zevkinden mahrum kalınca, hiçbir zevki tatmamaya karar verdim" demiş, yitirdiği bir dostunun ardından.

Nasıl bir insandan bahseder Terentius?

Karşısında zavallı gibi görünmekten korkmadığımız, bizi değiştirmeye değil zenginleştirmeye çalışan, yargılayan değil, kendimizi sorgulamamıza yardımcı olan biri midir yitirilen? Sabahın 3'ünde çaldığımız kapısını açtığında, tek kelime etmeden kollarına atılıp ağlayabileceğimiz bir insan mıdır? Terentius'un acısını bu şekilde dillendiren?

Nedenlerini merak etse de, göz yaşlarımızın dinmesini bekleyecek kadar anlayışlı, titrek sesimiz ve telaşlı cümlelerimizi sükunetle dinleyecek kadar sabırlı, acımızın bir kısmını kendine yük edinecek kadar cömert ve yürekli insanlar mıdır dost diye seçtiklerimiz?

Sadece sohbeti değil, sessizliği de sıkıcı olmayan; yalnızlığımızı unutmak için varlığı, eksikliğini hissetmemiz için yokluğu kafi gelen insanlara mı dostum deriz?

Başımıza gelen güzel bir şeyin coşkusu yüreğimize sığmadığında, saate aldırmayıp telefona sarıldığımız ve karşımızdaki uykulu sese "Kulaklarına inanamayacaksın!" diye bağırdığımızda, "Sabahı bekleyemez miydin?" demeyen biri midir gerçek bir dost?

Güzel bir film izlediğimizde, keşke O da olsaydı dediğimiz, okuduğumuz bir kitaptan bahsedebildigimiz ve en mahrem sırlarımızı anlattıktan sonra rahatça uykuya dalabildiğimiz bir sırdaş mıdır yoksa?

Konuşurken gözlerimizi kaçırmadığımız, kendimizi saklamadığımız ve yüzümüze en acı gerçekleri haykırırken bile darılmadığımız yalnızlığımız mıdır dost dediğimiz insanlar?

Ne bileyim, aynı fikirde olmasak da uzlaşabildiğimiz, köprüleri atmadan da tartışabildiğimiz, her savaştan birlikte ve biraz daha güçlenmiş bağlarla çıktığımız insanlar mıdır dost payesi verdiklerimiz?

Tanıdığımızı sanırken, daha keşfedilmeyi bekleyen nice el değmemiş duygular ve düşünceler taşıdığını gördüğümüz; sürekli bizi saşırtan kendimiz midir onlarda sevdiğimiz?

Aristo haklı mıdır; "Dostluk bir ruhun iki ayrı bedende yaşamasıdır" derken ve Terentius, başka bir bedende toprağa verdiği ruhunun yaşını mı tutmaktadır?

Paylaştığı her şeye ölüm de mi dahildir?

Acaba, neyi kaybedeceğini, dostu ölmeden önce fark etmiş midir?

Ya biz; her şeyi paylaşmanın, iddialı ve gerçek dışı geldiği günümüzde, sahip miyiz gerçek bir dosta?

Ya da adımızın önüne dost sıfatı koyan insanlar var mıdır hayatımızda?

Yoksa kendimizi sevmeyi başaramadığımızdan, şaşırıyor muyuz bizi sevdiğini söyleyen birinin varlığına, inanamıyor muyuz yanımızda kalmasına ve uzaklaştırıyor muyuz içten içe bizi sevmesini istediğimiz insanı kendimizden?

Ve bir gün, bir el daha kayıp gittiğinde avuçlarımızdan, kendi mezarımızın başında ağlayacağımızı biliyor muyuz?

İş işten geçmeden önce teşekkür edebiliyor muyuz sevdiğimize, hiç değilse bizi sevdiği için...
"Can DÜNDAR"

4 Temmuz 2010 Pazar

AŞK !!!!

Söz Meclisten Dışarı!
Bu Aşk Dediğimiz Hissiyat
Ne Bir Dudaktır His Veren
Ne Bir Ten'dir Şehvetin Doruklarına Çıkaran..
Bu Aşk Dediğimiz
......Göz ile Gözün Sevişmesidir

Mevsimlerden Baharı Yaşarcasına..

Aşık Olun İnsanlar..

Şiddetle Tavsiye Ediyorum
Ama Şu Cümleyi Kuranlara Aşk Olun..

"Dudak İstemem Sevişmeye, Ağladığın Yerlerinden Öpmek İsterim Seni" diyene..

Erdem..

PAPATYA KESİĞİ


Sakladığım kocaman bir ustura kesiğisin göğsümde
Boydan boya
Oysa insanlara durmadan
Elimdeki küçük yaradan bahsediyorum:
Gelen sensin sanıp,
Sehpaya vurduğum
Koşarken çalan kapıya.
Gözlerimi gözlerinin içine dikip:
''_Bahçedeki gülleri budarken oldu.'' diyorum!
Bilirsin ben gül sevmem!
Ama;
Acımı bile kıskanıyorum
Öznesi sen olunca
Paylaşmıyorum.
İçinde sen geçen yaranın kanı yere düşse:
Toprak, düşmanım!
Şimdi,
N'olur bana cesaretini ödünç ver;
Ben, benimkinin tümünü seni sevmek için harcadım.
Ya da ne bileyim; düşlerini anlat bana,
Yokluğuna kefaret düşlerini
Ben, benimkilerin tümünü
Sana kavuşacağım o geceye
Tuzlayıp,
Sarıp
Sarmaladım/

Mete T.

29 Haziran 2010 Salı

Mikaha

....
Adına kör karanlık diyorlar
Güneş de üç-buçuk aylık piçini düşürecek bulvarlara

Hıncımdam Makon'da bir Çinli’ye gözlerimle söveceğim
Saygon'da bir otel odasında bulacağım seni
Ellerini Portekiz'de unutmuş olacaksın
Gümrüksüz gireceksin düşlerime çırılçıplak
Beyrut’ta uçağı kaçıracağım Mikaha
Sana dönmek mi bir daha
Tövbeler olsun...

Özlediğin bu muydu yoksa
Tutkulu bir kelepçe vurdular yüreklerimize
Adına aşk diyorsun
Oysa balıklar Singapur'dan getirmemişlerdi
Ağızlarında bu tutkuyu
Roma'da kendini satan bir kadın görüp
Kadınlığından utanmıştın
Melekliğinden utanan şeytanlar gibiydin
Sen de yüreğini ellere sattın Mikaha!
Sana dönmek mi bir daha
Tövbeler olsun...

Bak yine inanasım yok işte
Sensiz geçmezdi bu mevsimler
Bulvarlara kar yağmazdı
Gecenin kör karanlığında
Tanrı bizim için ağlamazdı
Sevmeyi sevilerek öğrenmiştik
Tanrı'ya da biz öğretmiştik üstelik

Belli ki sevmeleri de bırakamıyorum artık
Tanrının da gözyaşları tükendi artık Mikaha!
Sana dönmek mi bir daha
Tövbeler olsun...

Kolay diyorsun
Gel bir de sen yaşa sensizliğimi
Yalan söylüyor Kuveyt'li petrol kralı
Beş gece içmez sana yüzük alırdım
Gözlerini Pire'li tayfalara çaldırdın
Belki Hong Kong'da bir şişe pirinç rakısına satarlar
Belki de ucuzundan ölmeyi göze alırsın
Ama sen; ölmüyorsan-ölemiyorsan-ölemeyeceksen
Paris benim kentim değil ki
Bu serseri izler senin izlerin Mikaha!
Sana dönmek mi bir daha
Tövbeler olsun...

Bak bu mezarı benim için kazdılar
Bu çiçekleri dişi eller getirdi
Sözüm var
Ölürsem erkekçe öleceğim
Ama sensiz ölmeyi beceremem Mikaha!
Sana dönmek mi bir daha
Tövbeler olsun...

ATTİLA İLHAN

ALFABEM YENİK DÜŞTÜ SANA


Aramıza en uzun ayrılığı bir harf boyunca bırakıyorum.
Nokta bile koyamadığım saf hislerimi acı duymadan sonlandırıyorum.
İlk cümleme alfabemin en büyük harfi ile başlıyorum.
Ve sessizce diyorum kimse duymadan görmeden ..

Seni Sevemiyorum kadın..
Seni Sevemiyorum.

Halbu ki gece gibiydin kadın..
Şarap kırmızısı cümlelerimi neden, niçin siyaha boyadın..
Hiç göremedi derin gözlerin ruhumu...
Vücudumu sarmış koyu sisi mahkum bıraktın tenime..

Aslında gönlümden eserdi ılık meltem
Yüzüne dokunurdum, saçlarında gezinirdim..
Bazen ise kalderalı çingeneler gibi sönük ateşin etrafında kıvrak dansınla hayal ederdim silüetini..
Hatta bir keman tınısında seyrederdim saç diplerindeki yıldızları
Her ritimde aşka gelirdim..

Dur bi saniye..
Dur..
Bu sefer yarım bırakıyorum yazımı..
gidemiyor kırık parmaklarım parçalanmış kalbime,
düşlerim çalınmış bıraktığım yerden yine..

Boşver..
Hayallerim boğazımda yutkunur halde kalsın, düğümlensin, dursun içimde..

Bak...
Seni bitiremedim bu gece de içimden atıp kurtulamadım...
Noktası olmayan bir yazı daha, hep devamı gelecek bu yazıların
Çünkü; her gece acın gelip beni buluyor..

Şimdi..
Tekrar...
Son cümlemi alfabenin ilk büyük harfi ile bitiriyorum
Ve haykırarak, rüzgarı sesime katarak söylüyorum..

Seviyorum seni gecemi çalan kadın..
Sevilmediğimi bilerek..

fatih akardere

26 Haziran 2010 Cumartesi

Medetin Şiiri


Geceye dedim ki uzan uzana bilidiğin kadar..
şimdi o dolunay uykudadır.
nerden bılıyorsun diye sordu gece; gözlerinden dedım..
gözlerini karanlığa bırakıp gitmesinden dedım.
gecemiz dedım; kac kişiyiz su hucrede?..
sen, ben ,dolunay ve kandıl..
muma koşan pervande bu sevdadan gttı.
o sevdaya koştu amma atese dustu.
bırakmıyorumkı gönlumde dusunce olasın.
istemıyorumkı gözlerimde degersiz kalasın.
senı canımda saklıyorum.
gözumde, gönlumde degil ta kı son nefesıme kadar bana yar olasın.
soruyoralar bana gecelere kastın ne?
neden hıc uyumazsın?
sasarım seven ınsan nasıl uyur?
aşka her turlu uyku haramdır.
zınhar haramdır!
Bi yerlerde yer yer damlamış kanlar görürsen bil ki benim gözümden damlamıştır....

Zamandan geçtik sevdamız…
Burada her türlü hesabı bıraktık kapattık…
Kendimizi zaman kasabının vicdanına emanet ettik…
Ben miyim ben, sen misin sen, ben mi sen?
Ben miyim, sen sensin elbet, sen de ben…
Ey hatemli yar, seninle bir hoşum, sarhoşum…

Su ateşe galiptir derler…
Ama sen su ol da bir kaba gire gör…
İşte o zaman ateş seni buhar eder, yok eder…
Ben artık yokum sevdamız, yandık buhar olduk, bi bulutun ucuna dokunduk,
camı tıklattık, sen damla diye baktın, ben aktım…

Aşk nerede bozguna uğrarsa üç karı tabiyatlı adamın yüzünden uğrarmış…
Semtimize uğramış bulundular, seni benden ayırdılar…
Ama onlara öfkeli değilim…
Biz, ibrahim olmadan kendimizi ateşe attık…
Bilemedik ateşin sadece ibrahimleri yakmadığını, araştırmadık…
Yandıııık, yandııııık…

Sevgilim, tekmil cihandan gizlidir!
Duygudan her türlü zandan gizlidir!
Aşikar gönlümdedir bir ay gibi…
Can ve tendir, ten ve candan gizlidir!
Aynı ruhtan yücelen bir nice unsur gibiyiz!
İki can-içre biriz, sonsuza yansır gibiyiz!
Bir güzel anlamı elbet olacak sevgimizin,
bil ki sen bende ve ben sende birer sır gibiyiz!

Pervane,Mum Ve Aşk...


Aşk odu evvel düşer ma’şûka andan âşıka
Şem’i gör ki yanmadan yandırmadı pervâneyi”

Fuzûlî

Biri pervaneye şu sözleri söyledi:

“Ey ufacık böcek, minicik kanatlı hayvan! Sen kendine lâyık bir dost tut. Öyle bir yola git, öyle bir yol tut ki, biraz olsun başarı umabilesin. Sen kim, mum kim? Sen neredesin, mum sevmek nerede? Semender değilsin. Ateşin etrafında dolaşma. İnsan önce kendini bilmeli, yiğitliğini denemeli, ondan sonra savaşa atılmalı.
Yarasaya baksana! Güneşten saklanıp gizlendiği için gündüzleri ortalarda görünmüyor, geceleri meydana çıkıyor. Demir pençeli kimse ile savaşmak, câhillik, kendini bilmezliktir.
Düşman olduğunu bildiğin birisini dost edinmek akıllıca bir hareket değildir.
Ey pervane! Kimse sana mumun uğrunda nâhak yere ve boşu boşuna öldüğün için iyi ediyorsun demez.
Bir dilenci padişahın kızını isterse, bu saçma bir fikir beslemek, mânasız bir harekette bulunmak demektir. Ensesine tokadı yer.
Bir mecliste mum yandığı vakit, padişahlar bile yüzlerini ona çevirirler. Hâl böyle iken mum hiç sana, senin gibi âşıka yüz verir mi?
Karşısında o kadar padişahlar varken, büyükler dururken senin gibi bir müflise iltifat eder mi hiç ? Ben zannetmem.
Mum herkese nezaket, yumuşaklık, fakat sana kızgınlık gösterir. Çünkü sen zavallısın, biçâresin.

Yüreği yanık pervane ona şu cevabı verdi:

Ey tuhaf adam! Sen bu sözlerinle tuhaf oluyorsun ama iş tuhaf değil. Mum beni yakarmış, yanarmışım. Bunun ne önemi var. Yansam ne olur, kavrulsam ne çıkar. Gönlümde İbrahim’in ateşi var. Nemrud’un ateşi İbrahim’e nasıl bir gülizâr oldu ise, mumun ateşi de benim için bir gülistandır.
Gönül, canânın eteğine çekmez, canânın aşkı canın yakasına yapışır.
Ben kendi isteğimle kendimi ateşe atmıyorum ki! Boynumdaki aşk zinciri beni ateşe sürüklüyor. Mumun ateşine kavuştuğum zaman yanmıyorum ki, o beni uzakta iken yakmıştı.
Yâr, güzellik ve sevilmek icabı istediğini yapar.
Ona: Yapma, etme, günahtır denilmez ki!
Ben, yârimi sevdiğim için onun ayakları altında can vermeye hazırım. Emelim budur, zevkim de bundan ibarettir. Can benim değil mi? Kim buna engel olabilir?
Dost var iken bana varlık yakışmaz. İşte bunun için can veriyorum. İstiyorum ki, yalnız o var olsun.
Yârim güzeldir, beğenilmiştir. İstiyorum ki, ben yanarken çıkardığım alev ona sirayet ederek onun ışığına katılsın, onun ziyasını arttırsın.

Ey bana öğüt veren! Diyorsun ki: Git, kendine göre birisini bul, onu dost edin!
Bu öğüdün bana hiçbir faydası yok. Bana kâr etmez, te’sir etmez. Bilir misin ki, aşığa nasihat etmek akrebin soktuğu kimseye sızlanma, inleme demeye benzer. Sindbad kitabında çok güzel bir nükte vardır. O da şudur:
“Aşk ateştir, öğüt yeldir.Yel, ateşi alevlendirir.” Bir kaplanı ne kadar dövsen, o nisbette hırçınlaşır, öfkesi şiddetlenir.
Ey nasihatçı! Sen bana fenalık yapıyorsun. İstiyorsun ki, yüzümü ateşli yerden ateşsiz, soğuk yere çevireyim.
Şimdi sıra benim. Ben sana nasihat vereyim de dinle.

Daima kendinden iyisini ara. Kendin gibilerle vakit geçirmek, vaktini zâyi etmektir. Kendi emsalinin peşinden ancak kendini beğenmişler gider. Tehlikeli yerlere ise ancak sarhoşlar gider.
Nitekim ben aşka düştüğüm zaman onun bütün belâlarını da düşündüm. Kelleyi koltuğa aldım da bu yola girdim.
Sadık bir aşık isen elini canımdan çek. Canını vermeye kıymayanlar kendini beğenen korkaklardır ve sevgiliye değil de kendi şahıslarına âşıktırlar.

Bir gün gelecek, nasıl olsa ecel pusu kuracak beni alıp götürecek. Onun için nazlı sevgilim beni öldürsün daha iyi. Onun uğrunda, onun elinde güle oynaya can veririm. Madem ki, ölüm haktır ve alına yazılmıştır, cânan uğrunda, onun elinde ve yanında ölmek daha iyi değil mi?
Bir gün ister istemez öleceksin. Yârin ayağı dibinde can vermek daha iyi değil mi?
Pervâne sâdık bir âşıktır. Tek bir ışık etrafında döner durur ve kendini yok eder. Onun yok oluşu, “Vahdet” yolundaki dervişin hâline benzer. Işık ilâhî aşk, pervâne ise bu aşk ile yanıp tutuşan ve hatta yokluğa erişen derviş demektir.
Pervane acziyet ve perişanlığına bakmadan aşkı ile etrafında yanıp durduğu mumun huzurunda, ma’şûkuna seslenir:
-Ey sevgilim! Hadi ben âşığım, yansam da yeridir. Peki ya sen neden yanıyorsun, niçin ağlıyorsun.

Mum inleyerek cevap verir:

-Benim tatlı balım vardı. Beni ondan ayırdılar. Şirin’im haksızlıkla elimden alındı. İşte Ferhad gibi tepemden ateş çıkıyor. Gece, meclisi aydınlatan ışığıma bakma. İçimi yakan ateşe bak.
Mum, hem bu sözleri söylüyor, hem de sararmış yanağından sel gibi gözyaşı dökülüyordu.

Mum, sözüne devamla pervaneye dedi ki:

Ey pervane! Ey aşk iddiacısı! Aşk, senin işin değil. Seninki bir kuru iddiadan ibaret. Sende ne sabır var, ne de metanet ve tahammül.
Sen azıcık bir ışık ve ateş gördün mü, hemen yanıyorsun. Ben ise tamamıyla yanıncaya kadar dikilip duruyor, dayanıyorum.
Aşk ateşi senin yalnız kanadını, benim ise bütün vücudumu, baştan aşağı yakar.
Derviş de mum gibidir. Dışı parlaktır ama içi yanmıştır.
Artık gece bitiyor, sabah oluyordu. Peri yüzlü bir hizmetçi gelip mumu söndürdü.
Zavallı mum, dumanı tepesinden çıkarken:
“Aşkın sonu budur işte.” dedi ve can verdi.

Kaynak Eser: Sâdî Şirâzî, Bostan Mustafa Demirci

25 Haziran 2010 Cuma

İNSAN KALBİ İÇERDEN AÇILIR


19. Yüzyılın büyük İngiliz ressamlarından
William Holman Hunt'ın, bir bahçeyi
tasvir eden bir tablosu Londra
Kraliyet Akademisi'nde sergileniyordu.

Hunt'ın "Kâinat ışığı"adını verdiği bu tabloda
geceleyin elinde bir fenerle bahçede duran
filozof kılıklı biradam görülüyordu.

Adam, serbest kalan eliyle bir kapıyı vuruyor
ve içeriden bir cevap bekler gibi görünüyordu.

Tabloyu tetkik eden bir sanat eleştirmeni
Hunt'a dönerek: "Güzel bir tablo doğrusu,
ama mânâsını bir türlü kavrayamadım."dedi.
"Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı?
Ona kapı kolu takmasını unutmuşsunuz da..."

Hunt, gülümsedi ve ekledi:
"Adam alelade bir kapıya vurmuyor ki...
Bu kapı; insan kalbini simgeliyor...
Ancak içerden açılabildiği için dışında
kola ihtiyacı yoktur."

23 Haziran 2010 Çarşamba

AŞK MI? SEVGİ Mİ? SORUSUNA "KEVİR" DEN CEVAP...


aşk, görme engelli bir coşku, görmezlikten kaynaklanan bir bağdır. oysa sevgi, bilinçlice bir bağ; apaçık, duru bir görmenin sonucudur. aşk genellikle içgüdüden su içer, içgüdüden kaynaklanmayan başka bütün olgular değersizdir. oysa sevgi ruhun içinden doğar, bir ruhun yükselebileceği bütün yerlere, sevgi de onunla birlikte doruğa tırmanır.

aşk, gönüllerin genelinde benzer biçimler ve renklerde gözlenmekte olup, ortak nitelik, durum ve görünümler taşır. oysa sevgi her ruhta kendine özgü bir albeni taşır. ruhun kendisinden rengini alır. ruhlar da içgüdülerin tersine kendilerine özgü ayrı ayrı renk, tırmanış, boyut, tat ve kokular taşıdığından; ruhların sayısınca sevgiler olduğu söylenebilir.

aşk, kimlikle ilişkisiz değildir. dönemlerin ve yılların ilerleyişinden etkilenir. oysa sevgi; yaş, zaman ve kişiliğin ötesinde yaşar. onun yüksek yuvasına günün, çağın eli yetişmez.

aşk, her renkte, her düzeyde, somut güzellikle bağlantılıdır. schopenhauer'ın deyişiyle: "sevgilinizin yaşına bir yirmi yıl daha ekleyin de onun duygularınızda bıraktığı doğrudan etkileri gözlemleyin."

oysa sevgi, ruhun içine öyle bir dalgınlıkla dalar; ruhun güzelliklerine öyle tutulup kendinden geçer; somut güzellikleri bambaşka bir biçimde görür. aşk; tufan, dalga, coşku niteliklidir. oysa sevgi durgun, dayanıklı, ağırbaşlı, arılıkla dolup taşar bir durumdadır.

aşk, uzaklık ve yakınlığa göre değişir. uzaklık uzun sürecek olursa azalır. ilişki sürecek olursa değerini yitirir. ancak korku, umut, sarsıntı ve acı çekmenin yanı sıra "görüşüm-uzaklaşım"la diri, güçlü olarak kalabilir. oysa sevgi bu durumları bilmez. dünyası başka bir dünyadır.

aşk, bir yönlü bir coşkudur. sevgilinin kim olduğunu düşünmez. "öznel bir özcoşu"dur. işte bu yüzden hep yanlışlık yapar. seçimle hızla sürçer. ya da hep bir yönlü kalır. yine de yer yer benzeşmeyen iki yabancının arasında bir aşk kıvılcımlanır, olay karanlıklar içinde geçip birbirlerini görmedikleri için ancak bu yıldırımın düşüşünden sonra onun ışığında birbirlerini görebilirler.

oysa sevgi aydınlıkta kök salar. ışığın gölgesinde yeşerir; büyür. işte bu yüzen hep tanışıklıktan sonra ortaya çıkar. gerçekte başlangıçta, iki ruh birbirinin yüzünde tanıma çizgilerini okur. "biz" oluşları ise "tanışım"dan sonra olur, iki ruh, iki kişi değil daha sonraları; birbirlerinin söz, davranış ve konuşma biçiminden yakınlığın tadını, yakınlığın kokusunu, yakınlığın sıcaklığını duyumsarlar. işte bu konaktan sonra birden, iki yoldaş kendiliklerinden sevginin uçsuz bucaksız çölüne ulaştıklarını, sevginin karartısız açık göğünün başlarının üzerinde sere serpe serilmiş olduğunu, "inanış"ın aydın, arı içtenlikli ufuklarının kendilerine açıldığını, tatlı okşayıcı bir esintinin hep başka göklerin, başka ülkelerin yepyeni esinlerinin iletileri ve başka bahçelerin güzel, gizemli çiçeklerinin kokularının birlikteliğinde oyuncu, tatlı, şen bir sevgi ve albeniyle kendisini hep bu ikisinin yüzüne, başına vurduğunu... kendi gözleriyle görürler.

aşk, çılgınlıktır. çılgınlık ise "anlayış" ile "düşünüş"ün bozulmuşluk ve yıpranmışlığından başka bir şey değildir. oysa sevgi tırmanışının doruğunda, beyin ötesini aşar, anlamayı ve düşünmeyi de yerden çekip, doğuşun yüksek doruğuna götürür.

aşk, sevgilide içinin çektiği güzellikleri yaratır. oysa sevgi, içinin çektiği güzellikleri sevgilide görür, bulur. aşk, büyük güçlü bir kandırmacadır. oysa sevgi; sonsuz, salt, dosdoğru, içten bir doğruluktur. aşk, denizin içinde boğulmaktır. oysa sevgi, denizin içinde yüzmektir. aşk, görme duyumunu alır, oysa sevgi, verir.

aşk, kabadır, şiddetlidir. bununla birlikte dayanıksız, güvensizdir. oysa sevgi, tatlıdır, yumuşaktır. bunun yanı sıra dayanıklı, güven içindedir.

aşk hep kuşkuyla bulunur. oysa sevgi, baştan başa kesin inançlıdır. kuşkuya yer vermez. aşktan içtikçe kanarız, sevgiden içtikçe susarız. aşk korundukça eskir. oysa sevgi yenilenir.

aşk, sevenin içinde varolan bir güçtür. kendisini sevgiliye çeker. oysa sevgi sevilende varolan bir albenidir. seveni sevilene götürür. aşk, sevgiliye egemenliktir. oysa sevgi, sevilende yok olma susuzluğudur.

aşk, onun baskısı altında kalabilmek için sevgiliyi belirsiz, kimliksiz olarak ister. aşk, kişinin bencilliği ile alım-satımsal, hayvansal ruhun bir çekiciliğidir. kendisi kendi kötülüğünün bilincinde olduğu için de onu bir başkasında görünce ondan nefret eder, ona kin besler. oysa sevgi, sevileni sevgili, değerli olarak ister.bütün gönüllerin de kendisinin sevdiği için beslediğini , beslemelerini diler. sevgi, kişinin Tanrısal ruhu ve Ahurasal doğasının bir çekiciliğidir. kendisi kendi doğaötesi kutsallığını görebildiği için onu bir başkasında görünce onu da sever. kendisine tanış, yakın bulur.

aşkta, rakip sevilmez. oysa sevgide, "köyünün tutkunlarını kendi özleri gibi severler." kıskançlık aşkın özelliğidir. aşk, sevgiliyi kendi lokması olarak görür. bir başkası onun elinden kapmasın diye hep acılar içinde kıvranır durur. kapması durumunda ise ikisine de düşmanlık beslemeye başlar. sevgiliden nefret edilir.

sevgi ise inançtır. inanç ise salt bir ruhtur. sınırsız bir sonsuzluktur. bu gezegenin türlerinden değildir. aşk, doğanın kementidir. doğadan almış olduklarını kendi elleriyle geri verip; ölümün aldıklarını aşkın oyunlarıyla ellerinden bıraksınlar diye başkaldıranları yakalar. oysa sevgi, kişinin doğanın gözlerinden uzak, kendi yarattığı, kendi ulaştığı, kendi "seçtiği", bir aştır. aşk, içgüdünün tuzağında tutsak olmaktır. oysa sevgi, isteklerin baskısından kurtulmaktır. aşk, bedenin görevlisidir. oysa sevgi, ruhun elçisidir.

aşk, kişinin yaşama dalıp güncel yaşamla oyalanmasına yönelik büyük, aşırı bir "bilinçsizlendirim"dir. oysa sevgi, yabancılıktan dolayı yabansıllıktan doğma, kişinin bu pis, gereksiz yabancı pazar içerisindeki, korkunç özbilincidir.

aşk, tat aramaktır. oysa sevgi, sığınak aramaktır. aşk, aç bir düşkünün yemek yiyişidir. oysa sevgi, "yabancı bir ülkede dildaş bulmak"tır.
aşkın yer değiştirdiği olur. soğuduğu olur. yaktığı olur. oysa sevgi; yerinden, sevdiğinin yanından kalkmaz. soğumaz, kızgın değil; yakmaz, yakıcı değil.

aşk, kendinden yanadır. bencildir, kendisi için ister. kıskançtır. sevgiliye tapar, onu kendi için över. oysa sevgi, sevilenden yanadır, sevilencildir. sevgili için ister. kendini sevdiği kişi için ister. onu onun için sever. kendisi ortada değildir.

- - - - - - - -

''Bu kitap, Sartre'ın deyimiyle, ''şiir'', sözcüğün farsça anlatımıyla da ''gazel''. yaralı bir göğsün ''göğüs kanamaları'' ile ''çölsel bir ruh''un ''dağınık yakarmaları''dır. bu çöl, ''benim dünyam'' olduğu gibi ''benim yüreğim''dir de... ''benim yabancı kendim'', ''benim tutuşmuş ekinsiz yaşantım''... özetle, ''benim yaşam öyküm''dür. bu, ''varlık''ın susuz, gizemli, eriyen, bekleyen,üzülen... çölüdür.

bu sözlerin okuyucusunun, kendisini ''seslenilen'' olarak düşünmemesi gerekiyor. bu sözler seslenilensizdir. onların ''görücüsü'', ''arayıcısı'', olması gerekiyor. sözcükler ve kavramları ''okuma''ması gerekiyor. ''cümleleşmiş'', ''sözcükleşmiş'' anlamları, duyguları ''duyumsaması'', ''tatması'', ''koklaması'' gerekiyor. bir ''mektub''u ''okuduğu'' gibi değil, bir ''serüven''i ''gördüğü'' gibi... okuması gerekiyor.''

böyle anlatıyor ali şeriati kevirde keviri. ''dost'' okuyucusundan ve ''bilen düşmanından'' ''gör''mesini ve ''bul''masını istiyor. içini yakan, dünyayı kasıp kavuran yangınından, acılarından, çölden, yalnızlıktan, aşktan, sevgiden, insandan, atalarından, horozlardan, sudan, çocuktan, kitaplardan bahsediyor.
ve mutlak surette kulak vermek, ''bul''mak ve ''gör''mek gerekiyor."

- - - - - - - -


"Ali Şeriati' nin "KEVİR" adlı eserinden alıntı"

16 Haziran 2010 Çarşamba

AĞIZ-KASİDE

Kapadım balkonumu
duymak istemiyorum ağıtı
ama yalnız ağıt var
gri duvarlar ardında

Çok az melek var şarkı söyleyen
çok az köpek var havlayan
bin keman bir avuca sığıyor;
Ama ağıt koskoca bir köpek,
ağıt koskoca bir melek,
ağıt koskoca bir keman,
gözyaşı ağzını tıkıyor rüzgarın
duyulmaz başka bir şey
ağıttan


GARCİA LORCA

15 Haziran 2010 Salı

Nicomedia - Troya Hattı

28.

Ah! Çocuk Ah!
sana sonsuzluk hiç çıkmayacak baktırdığın fallardan
ele alınamaz en güzel intihar mektuplarını yazdığın halde
taptığı aşklarda kendi hayatı kendine
hiç okutulmamış birisin sen


kendime tabutlardan tabut
sana gelinliklerden haziran beğendim
birbirimiz hakkında her şeyi bilmeyelim
henüz yola çıkmadan önce
merhamet değmemiş uzaklara gideceksek
kaçmak daha kolay olsun
ikimizi de aynı düş büyüttü
ikimizi de aynı şey delirtti
ben akıllanırken
bir iki kere Paris’i hatırladım
sen akıllanırken
her şeyi büsbütün unuttun
şehirden geri çekilirken
alkol kaplama çılgınlıklarım olur
ağzımı burnumu
kamyoncu küfürlerine bırakırım
gece gözlerini
gece yarılarına vura vura unuturum
kör yalnızlığıma kör bir fahişe ararım
illaki bulurum

veya

bundan sonra seni ilk gördüğüm yerde
eğer hatırlarsam
kendimi vururum

__JanEnderCan

PİYANİST


Ruh olaydım da,değilim..
sadece
'sus' denilen yerde
kendini didikleyen deliyim!..

hal-ü-sinas-yonist bir piyanistin
oktav aralığına tünemiş
'la' sesini diyeze vuran parmağında
yüzük yüzük, büzük büzük
'mi(e) ' sesi çıkartan bestesiyim...

yanlış bu yanlışsa eğer
terk etsin seyirci beni
zaten ben
cilası silik koltuklarla
ödenmeyen gaymelerin peşindeyim...

paçam çamur
eteğim pencere
koş koş yürü
yürü yürü koş
piyanist perdede
ben aynı yerdeyim...

Tayyibe ATAY

7 Haziran 2010 Pazartesi

YORGUN SEVİ


Susarak,iki komşu gibi güne değerek
Asıl söyleneceklerin üstünden aşarak
Sevdiğim
Ayrı ayrı uzakta,yanyana

Birbirimizi derinden gözlediğimiz yazlarda
Ve üstün körü baktığımız kentlerde
Güllerin güllerimiz
Hüzünlerimse hüzünlerimiz değil

Bir deli kuzgun gibiyim yaşlı teleğimle
Göğü siliyorum duraksamadan
Yorgunluktan değil,öyel sanıyorum
Yalnızlıktandır
Hızla dökülüyor tüyüm teleğim

Orda öyle aramızda soluyor işte
Ayrı ayrı uzakta,yan yana
Hangi yangın hangi deprem becerebilir?



GÜLTEN AKIN

İğneli Dost

İster ki herkes ölsün
Neler besleyip büyütmüş
Gömmüştür neleri gizli gizli
Belleği sıra
İster ki herkes ölsün

Şarap olacakken sirkeye dönmüş
Üzüm suyu şaşkınlığında
Gidişi kelebek, gelişi beygir
Kişnemesi çöplük sanrılarıyla

Yollarda ipekler halılar, çağırır evine
Eli dili soylu kırmanç güzelliğinde
Tarih düşersiniz artık İsa doğmuştur
Dostluktan önce, dostluktan sonra
Arınmıştır kirlerinden insan ve dünya
Belli belirsiz bir siziyla
Dönüşte eliniz varırsa sırtınıza
Kocaman paslı bir iğne

Onların
Çimen bitmez bastıkları yerde
Sevgi buruşur

GÜLTEN AKIN

4 Haziran 2010 Cuma

SUSACAK VAR


Aslında duvarlar kapılara örülüyor. Pencereler ki, doğuştan demirli! "Güneş alsın kâfi" zihniyeti bir inşaat şekliyken böyle yapılmış evlerde yaşadıkça bir hayat felsefesi oluyor! "Güneş alsın kâfi!"

Bir kentin ufuk çizgisinde bitmediğini anlamak için "gitmek" değilmiş gerekli olan. Büyümek de istermiş sınırları görebilmek. Büyüdük! ...Büyüdükçe, büyüdü dünyamız ve daha da yükseldi tel örgülerimiz. Bir gün "aşarım" dedin, bir gün "aşarım" diyorum. Kendi geleceğimizi ütopyalarla ipotek altına alıyoruz ve "yapacaklarımız" dolu yarınımıza şimdiden "düş" gözüyle bakıyoruz. Benden yıllarca önde olan adam; tel örgülerin ilerisi mayın tarlası değilse, neden hala bu duruşumuz? Büyüdükçe korkak mı oluyoruz? Büyüdükçe, alışıp sınırlarımıza tel örgülere mi yeniliyoruz yoksa onlara sevdalanıyor muyuz?

Duvar örülü kapıların gerisinde özgürce büyüdük ama anlamadın, anlamadım büyüdükçe büyüyen esirliğimizi, azalan özgürlüğümüzü! Kaçmak adına yapabildiğimiz en büyük firar, bir yüreğe sığınmak oldu. Kaçtığımızı sandık, oysa tutsak düştük bir aşka! Gönüllü esaretimizde unuttuk, yeryüzünün uzaklarının da olduğunu. Unuttuk başkalarını. Başkalaştığımıza inandığımız aşkta, en önce, inandıklarımızı reddettik. Sen ve benden "biz" oldukça, göremedik, aslında senin nasıl da "ben" olduğunu; benimse, senin haricini tanımadığımı. Gözlerinde olup bitenin farkında değilsin. Farkında değilim bakışlarının elini ayağını bağladığımın.

Ben senin, kaçmak istediğinde açabileceğin ve sonrasında dünyanın yüzüne çarpıp gidebileceğin bir kapıyım! Gel, aç ve kaç... Bir gün bırakıp gitmek istediğinde her şeyi; kitaplar dolusu rafları, masa üstünde sayfalara meydan okuyan kalemini, duvarlara yapıştırdığın ve unutulmaya yüz tutmuş dipnotlarını, yalnızlık döşeli evini ve belki de kendini ve belki de beni, terk etmek istediğinde ardına geçebileceğin bir kapıyım! Gel, aç ve kaç!



Kahraman Tazeoğlu

3 Haziran 2010 Perşembe

BİR NEDENİ YOK YALNIZCA ÖPTÜM


Dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve ;hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. bekledim. beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş hüzünlerin geceleri dinlenmeye müsait şarkılarla şahlandığını anlatamadım. evet, bilmiyordum. bilmiyordum, kelimelerden arınmış bir cümle kurar gibi sevişmeyi. sevişirken sözlük kullanıyordum hala. ama, seni seviyordum. ve sevdiğimi, sevgimi anlatma telaşıyla hata üstüne hata yapıyordum sana. sana yaklaşamıyordum. yasaklanmıştın adeta. çiğnemeye çalıştığım yasak olsan da, uzak dursan da, o korkunç şeklini korusan da, farketmiyordu hiçbir şey. küçük bir ateş. küçücük bir ateştin sen. sönmekten ürken bir ateş. bir su damlasıyla bütün görkemini kaybedebilecek bir ateş. aşkın mecali kalmamıştı. sessizce sokuldum yanına. acıyla irkildin. gülümsedim. gülümsememe anlam veremedin elbette. kimdi bu? ne istiyordu? tanımadığın biri. hatıralarını darmadağın etmeyi planlamış bir yabancı. fuzuli bir beden, karşındaki. usulca uzandım,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
kimi geceler penceremden uzayı seyrederim. uzayın adını ben koymadım. uzayın adını yıldızlar, gezegenler kendi aralarında kararlaştırmışlar. rahatlatır beni o. bütün yağmurlar, uzayın derinliklerinden gelip yağar diye düşünürüm. yağmurlar başka galaksilerden gelip yağar. romantizme uyum sağlamak için de değil. öyle. işin gerçeği budur. yağmurlar, bu dünyaya ait sanma. bembeyaz bir yalnızlığın olmalı senin de. lekesiz bir yalnızlık. lekelenmeye müsait bir yalnızlık. tedirginliğini buna bağlıyorum seni seyrederken. pişmansın. pişmansın kapıp koyveremediğin için sanki. elinde olsa, avaz avaz bağıracaksın sokaklarda.neyim ben diye haykıracaksın. olmuyor tabii. olmuyor. sıyrılır gibi lüzumsuz bir yerden, sıyrılıp kendi affına sığınıyorsun. beni anlayacağın günler gelecek. beni de göreceksin. benimle tamamlanacak bir şeye benziyorsun çünkü. korkma lütfen,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
çocukluğumdan söz etmek isterim sana, eğer sıkılmazsan. bir gün otururuz evde, ben sana hayatımı anlatırım dakika dakika. kaç yaşımdaysam, o kadar yıl sürer konuşmam. çay pişiririz. çaydanlığa su yerine votka koyarız sen dilersen. sonra da sen anlatırsın: sevdiğin filmleri, sevdiğin parçaları, sevdiğin canlıları, sevdiğin... hep sevdiğin şeylerden konu açarsın. ben sıkılmam. ben seninle sıkılmamayı seni ararken öğrendim. seni hayal ederken keşfettim sıkılmamanın azametini. bir insan, bir insanı sıkamaz. bir insan canı isterse sıkılır. hacimler açarım sana içimde, dolman için, oraya akman için. hacimler açarsın bana; çağlayarak gelirim. endişelenmen gereksiz,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
olması gerektiği kadar fedakar biriyim aslında; daha fazlasını umma açıkçası. endişelerim, ideallerim, halletmeye çalıştığım meselelerim var. başkalaşmaya çalışıyorum. gözardı edilmiş tutumlar edinmek hoş. değişmek, hiç de zor değil. yalnızca özgür olabilsem, sorun kalmayacakmış gibi sanki. anlaşılmak istiyorum: sevdiğim bir şarkıyı herhangi biriyle paylaşırken aynı duyguları hissetmek arzusu bu. evet, tıpkı bu. sese, ahenge kapılırken, kendini müziğin ritmine verirken yanında bir diğerinin olabilmesi; görkemli bir anda birlikte sadeleşebilmek. birlikte dansedebilmek gibi. sen hastayken başucunda birinin sabaha kadar oturması gibi. arada bir alnındaki teri silmesi, üstünün açılmamasına dikkat etmesi gibi. bir başkası için hayatta kalma çabası gibi sanki. ölmek için değil, yaşamak için uğraşmak gibi. ummadan, hayal etmeden, sıradan, olduğu gibi.doğal. ve ciddi. ciddi ciddi hayatla mücadele edebilme gücü. bu gücü yanyanayken yaratabilme yeteneği. ben bu yeteneğin bir parçası olarak sokuluyorum sana. masallarla geliyorum. efsanelerle geliyorum. herhangi bir insanın birikimiyle geliyorum aslında. artniyetsizim. inan,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm...
bazı sorulara cevap bulamadım; kuşkusuz gerekli de değildi bu. soruyu soru halinde bırakıp sahici yanını korumaya çalışmam, cehalet mi sanıldı acaba? ! bedenlerin bedenlerden istedikleri, ruhların, ruhlardan çıkarttıkları, karşılıklı acıların birbirlerinin etkisini arttırdıkları vakitlerde düştün aklıma. aklıma yayıldın. ne kaybedebilir, ne kazanabilirdim ki artık: ortadaydım işte! bir başkasının mal varlığına dönüşmeden yaşayabilmenin yalnızlığıydı bu. hayır! melankoli diye adlandırma bu durumu; ortak bir açı yakalayamama sorunu galiba. her kadın gibi doğurmak hevesi, her erkek gibi dağların doruklarında biraz gözden ırak hüzünlenme denemeleri aslında. kusura bakma, kafam biraz dağınık,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
insan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir. kızmamalısın. darılmamalısın eğer bir kardeşlik varsa aranızda. sevgi, hoşgörü takıntıları da değil. bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle kokması, bir derdin halledilmesinin ardından gelen ferahlık kadar sıradan ve güzeldir hata yapmak da. aşka çılgınlığın yakıştığı çağları neden unutalım? neden tarihin çuvalına tıkalım tatlı serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı? ! ilımlılık mı kurtaracak insanlığı? alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı? demokrasi, senin saçlarından güzel olamaz. senin yüzünden daha güzel olamaz krediler, faizler, repolar, tahviller. dünyanın en uzun gecesi 21 aralık değil, beni terkettiğin gecedir. beni üzdüğün, yorduğun, yıprattığın gecedir. bir kabahat mi gerçekten kendi dışında birine hayranlık beslemek? ! gerçekten kırıyorsun beni,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
birinin peşindeyim ben; tanımsız bıraktığım birinin. sessizliğin doyurduğu, biçimli ve endişeli birinin. düşüncelerimi zapteden, kelimelerimi korkutan birinin. yanında huzurlu uyuduğum, mutlu uyandığım birinin. onunla olmakla, onunla birlikte yaşamakla gizli bir gurur duyduğum, asla kıskançlığa ya da sahiplenmeye dönüşmeyen bir tutkuyla bağlandığım birinin. onu arıyorum göğe her baktığımda; bir melek gibi uzanıp yüzüme dokunacağını tasarlıyorum. bütün aşkların payına düşen şiddetten arınmış, başkalarına aynı/ birbirimize farklı koktuğumuz bir sevginin yolu bu. cesaretimi ondan alıyorum pervasızca ve yine ona ben cesaret veriyorum mücadele ruhunda. bir sır gibi saklıyoruz misafirliğimizi. hüzün bitince geri döneceğiz çağımıza. insanlığa karışmaya hazır yapışık kalpler taşıyoruz aşkımızda. bizim aşkımız hakikaten beden gücü gerektiriyor akıl kadar. yapacak çok işimiz var. dövüşecek çok düşmanımız var. kucaklayacak çok arkadaşımız var. bizim sebebimiz bu. bizim fazlalığımız bu. belki de iksirimiz. kanayan yüzlerle çevrili bir gezegende, fırtınaya karışan bellek tozlarımızla, erdemlerimizle, ideallerimizle ayaktayız. yalan söylemiyorum
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
evet, sen de isterdin sanırım huzurlu yaşayabileceğin bir hayatın planlarını yapabilmeyi; kolaya indirgenmiş, biraz fazlayı aşırılıkta aramayan, ölçülü bir heyecanla kritersiz bir maceraya aday kahraman olmayı. "rüzgara dur, yağmura yağma, mevsime değiş" demeyi; doğru, hepimizde biraz tanrıyı kıskanmak var galiba. bütün günahlar da buradan kaynaklanıyor adeta. hırslarımızın, çekincelerimizin odağı burası. kazanmaktan çok, kaybetmeyi göze alabiliyoruz. çikolata bile kurtlanabilir. dondurma erir. çiçek solar. galiba önemli olan, onları yerinde yaşamak, yerinde korumak! birer hatıraya dönüşseler bile! kaç ölüme kaç doğuma şahit olduğunu hatırlayabiliyor musun? sevmek, ifade edebilmek kadar, ifadeyi unutmamaktır da.
şimdi sessizce uzaklaşmalıyım. çünkü beni anlamadığını, anlamak için uğraşmadığını, hatta bunu önemsemediğini biliyorum. aynı otobandaydık ve birimiz birimizin yanından geçip gitti. hafızasızlığı, gurur saymanın adil yanı! . hangimiz süratliydik; önemi kalmadı. hangimiz daha özveriliydik; bunun da.. umarım mutlu olursun. bunu bir çöküntü anında da söylemiyorum. hiç kimse aldatmadı ötekini; yalnızca böyleydik işte! . yüzüme öyle bakma nefretle,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
benden uzaklaştıkça, bana ait olandan yakanı sıyırdıkça rahatlayacağını, herşeye yeniden başlayabileceğini sanıyorsun. kimbilir, doğrudur belki de! . adımın yaşamadığı, adımın özlemle anılmadığı yerlerde kime umut verebilirim ki zaten? romantizmin tehlikesi büyük! romantizmin tehlikesi büyük! romantizmin esrarı büyüleyici! romantizmin kanına girdiği insanlar bencil ve hırslı!
ben seninle birlikte yaşlanabilecek kadar erken yola çıkmayı istemiştim; maceramız uzundu çünkü. maceramızın tahakküm altına alınamayacak kadar mükemmel olması, donanımımızla ilişkiliydi. ynni, sen ne kadar sevecensen, ben ne kadar yıpratıcıysam.. o da o kadar mükemmeldi. özveri denebilir buna. evet, buna özveri demek beni mutlu ediyor. insan, özverinin çocuklara ad olarak verilebileceği bir dünyada tanımını kaybediyor. bu kaybedişteki kaosun ritmiyle çekiliyorum sana. sen bir mıknatıssın şeffaf ve ben, çekilirken sana içimdeki alelade metal parçalarıyla, kan şekerim düşüyor, ağzım düşüyor, ellerim.. en çok da ellerim düşüyor! . sakın ha üstüne alınma,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
ben seni kırmak için yaratılmadım. uzun zamandır seni planlıyorum haksızca; cezalandırılacak kadar mı yabancı, tanınmaz ve suç yüklüydüm? ! belki; seni çok yıprattığımın, bıraktığımın elbette farkına vardım, ama herşey mi benim aleyhte varoluşumla açıklanabilir? ! beni, başta sana olmak üzere kimliklere karşı saldırganlaştıran koşulları tek başıma ben mi oluşturdum? seni kaybettim. bunu biliyorum. seni kaybettiğimi sen çekip gitmeden önce de biliyordum. ortadaydı. bedel ve kefalet ortadaydı.. senin hakkında bir satır yazmamaya çalışmamın nedenini hiç düşündün mü? ! sana ait olanları içten içe koruma uğraşı mıydı sanki bu: kuşkusuz. hala da saygıyla ağlıyorum. büyük bir tesadüfe yenildim, büyük bir eksen kaymasıyla, sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan gibi,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
elbette kızıyorsun bana; belki en çok da bu zayıflığıma kızıyorsun: tedirginliğime, seni kaybetme endişeme, telaşıma, şaşkınlığıma, titreyişime, ürpermem, anlamlarını anlamamış kelimelerle yetinmeme, müzakerelerde bulunmama, buhranların yorduğu bir gençlik yaşamama, bilincimi sana yönlendirmeme, sürekli sürekli içmeme, kelimlerin kifayetsiz olma durumuna, vesaireye vesaireye.. inadıma öfkeleniyorsun. seni bırakmama, seni özgürlüğüne salmama hiddetleniyorsun. bu da aşk işte! bu da entrika! bu da soysuzlaşmanın, aşkın getirdiği dalaveralarla kendine kilitlenmenin başka bir çeşidi! peki anahtar nerede sevgilim? ! peki anahtarın üzerindeki yivler kimin eseri? ! dur, dur, bağırma,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
bunlar da geçecek şüphesiz. seni unutmama kaç yüzyıl kaldı ki.. bir küsme, bir burulma biçimiyle gidişinin ardından şehrin gri cephelerine fevkalade ağır bir el bombası gibi düşen bunaltının bıraktığı korkunç acının unutulmasına kaç yüzyıl kaldı ki.. yaralandım. bütün noktalarımdaki nöbetçiler de yaralandı. çığrından çıkmış bir ayaklanma gibi ağlamakta yalnızlığım. bir gerçek aramıyorum felakete. bir bahne göremiyorum arkadaşlarımın beni teselli etmek için söyledikleri kelimelerin hanesinde. ama yokluğunu doldurmuyor sevda siyasetinin hançerleri. ama bilemiyorum yağmurun ardından artık hangimiz suçlanacak.. eğer hissediyorsan,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.
ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim. ben bir cüce çocuk sevdim sende sıska. şiddetli ve hayret uyandıran manevralarla kendi kanına olan saplantılı aşkını sevdim. o rutubet kokan loş yüzündeki kanalizasyonları, az kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini, barlardan çatlak bardak gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarını, yuttuğun toplu iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret pozlarını sevdim. dokunamadım sana. parmakuçlarım neşterdi çünkü. kırılan bir kemiğin sesiyle veda ederken,
bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

Küçük İskender

1 Haziran 2010 Salı

Dahavın Öbür Yüzü Filistin

Sen bir nazi kurbaniydin
Yahudi
Firinlanmis cigliktin
Sardi acin dunyamizi yillarca
Kara bir duman gibi
Aci cektim seninle
Yahudi
Baskaldirdim senin icin
Tukurdum suratlarina nazi kasaplarinin
Savundum seni
Savundum insan yuzunun guzelligini
Savundum insan sesinin guzelligini
Savundum insan yuzlu dunyamizin guzelligini
Insan sesli dunyamizin guzelligini
Savundum sende beni
Yahudi
Bende dunyamizin guzel gelecegini

simdi artik hepsi bos
Bir filistin celladısın simdi sen
Yahudi
Bir azgin emperyalizmin
Kanli elisin
Savunamam seni artik
Yahudi
Sevemem seni artik
cirkinsin sen
Kotusun sen
Pissin sen
Sirtlana dislettigin etini
Guvercinden kopartmak isteyensin

Dahav'in obur yuzu filistin...




(DAHAV; NAZİLERİN YAHUDİLERİ TOPLADIKLARI KAMP)

Hasan Hüseyin

26 Mayıs 2010 Çarşamba

la finestra di fronte - karşı pencere


Senden sonra artık kırmızı kırmızı değil.

Gökyüzünün mavisi de mavi değil.

Ağaçlar artık yeşil değil.

Senden sonra biz olma özleminin renklerini aramalıyım.

Senden sonra bizleri utangaç ve kaçak kılan acıyı bile özlüyorum.

Bekleyişleri, vazgeçişleri, şifreli mesajları özlüyorum.

Görmek istemeyenlerin kör dünyasında kaçamak bakışmalarımızı..

Bizleri görselerdi onların utanç, nefret ve acımasızlıgı olurduk.

Senden af dileme cesaretini henüz gösteremediğim pişmanlık duyuyorum.

O yüzden artık pencerene bile bakamıyorum.

Seni hep orda görürdüm henüz adını bile bilmezken.

Senin daha iyi bir dünya düşlediğin zamanlar, bir ağacın ağaç, mavinin gökyüzü olmasının yasaklanamayacagı bir dünya..

Bilmem bu daha iyi bir dünya mı?

Bunun daha iyi bir dünya olduğunu nasıl söyleyebilirim.

Senin olmadıgın bir dünya için bunu nasıl söylerim ...

25 Mayıs 2010 Salı

Cahil Periler


sözünde durmadı periler
sokak çocukları gibi eve gidemedim
en yakın sevgiyi görmeyen yürekler
karnemdeki notları sevemedim



parçaları eksik bir yapbozum ben
hiç yapmadın hep bozdun sen
ne desem yanlış anlaşılır tüm dillerde
olur ya aniden gelir, dinler de


dudaklarıma dikiş attın her öptüğünde
bir cerrah titizliğinde sevişlerin
itinayla parçalara ayırdın kalbimi
bir hırsız sessizliğinde gidişlerin


cehaleti saf huzuru okumamış aşklarımda
ölsem mis gibi kokar saçların bu gece
izin ver alayım can'ım sende olsa da
izin ver kendimi son kez öldüreyim bu gece



19 temmuz 2007


İlker Filiz

KABİR AZABI -I-

Bugün sırf sen benden gideceksin diye
Tüm damarlarımı trafiğe kapadım
Öldüm..
Öldüm..
Öldüm..
Sana yapılabilecek tüm alköllü suikast girişimleri için,
Binlerce kez.
Aslında en baştan bıraksaydım keşke
Sen daha kanıma girmeden
O anlamsız darbeyi başlattığın yerde,
Saat hüznü intihar geçe
Oracıkta öldüselerdi seni.
Sende kurtulsaydın, bende.
Şimdi burası yanlızlık, burası sensiz.
Durmadan birilerine isminle hitap ediyorum
O seni andı diyorlar
Ne kadar hoşuma gidiyor bilemezsin,
Hem artık azap melekleri bile biliyor seni.
Bu düştüğüm yer bi garip, takvim dahi yok
Pazartesi,..Salı,..
Yok!
Bir yıl veya oniki ayda yok mesala
Sen varsın
Ve bu sen, sonsuzluk çekiyor.
İşte böyle
Ateşmiş, yanmakmış yalan
Acıtmak var, sen varsın
Yoksun!
Kişye özel cehennemler.
Neyse
Ulusal pişmanlık günün kutlu olsun gözyaşım
Haaa , bide
Sen bilmezsin ya da umursamazsın
Ama yinede bilgin olsun
Burda bir yıl, sizde bir gün!
Ve ben o günde takılıp kalıyorum.


//perikardii

KABİR AZABI -II-


Sen görmezden gel..
Ben sana hep kalanlı bölündüm.
Her parçam sana tapan bir medeniyet,
Her paçam doğma büyüme yalnızlık.
Şimdi toplasan bir ben etmem
Kalanlarsa sen.
Yinede rahat ol,
Sonuçta ne yaparsan yap,
Göndere çekilecek yine sensin
Bu saçmasapanlığın anadili yalnızlık
Coğrafyası hüzün..
Birazda hazırlıklı ol ama
Bir kalpkırım gerekebilir artık
Sonra kim silebilirse tarihten bu lekeyi
Kim suçsuzluğunu ispatlarsa
Kim kandırabilirse seni sahte belgelerle
Senden vazgeçeceğim..

Kayboluyorum, bunu yapan sensin
Kutsal mekan yürüdüğün yer
Toprak oluyor ayak bastığın her yer.
Hatırlıyorumda
İlk ziyaret ettiğin yerdi kalbim
Ki sen daha iyi bilirsin
Kalbim senin için inşa edilmiş ilk mabed.
Ne plan ama
Ordan tüm vücuduma geçişin ne kolaydı,
Biranda..

Şimdi, ne kadar çok kör olmak istiyorum bilemezsin
Kör olsaydım diyorum
Kör olsaydım ve seslenen kim olursa olsun
Efendim deseydim
''EFENDİM''

//perikardii

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Kalbine İyi Bak !


kalbine iyi bak
büyüyünce onu sağlam bulamayabilirsin evlat !
yükselirken yukarı hayat denen olayın içinde
seni neyin bu kadar yükselttiğini anlamalısın evlat !

o yüzden kalbine iyi davran
o senin hayatını bağışlayacak !
sen ne kadar yalnız kalmak istesende seni bırakmayacak biliyorsun
''sen revolver'la beynini patlatana kadar yanındayım '' diye yazacak mezar taşına
sen bıkacaksın evlat !
bıkıp gidiceksen
siktirip gideceksin uçsuz bucaksızlıklara
yanına sadece ellerini alıcaksın ödünç olarak
başka kimseyi
başka hiçbirşeyi takmayacaksın peşine !
yalnız sen ve ellerin !

o yüzden kalbine iyi davran
sen onla hayatına bakacaksın !
yaşadıklarını çuvallara doldurup birgün atıcaksın haliç'in derin sularına
hiç bakmayacaksın ardına
hiç bakmamalısın evlat !
eğer bakarsan ' onu ' görüceğini biliyorsun
eğer bakarsan o an arkana
kendini onun yanında
haliçin soğuk sularında bulursun ayıktığında

kalbine iyi bak
o seni cehenneme uğurlayacak !
kimse kalmayacak yanında anlamalısın
' aşk ' denen meretin kaç paraya satıldığını öğreneceksin haliçin sularında
ama sonunda gideceğimiz yerde onada ihtiyacın olmayacak evlat !
orada seni bekleyen ebedi yalnızlığın olacak !
yanında baba yadigarı revolver'ın
sen cehennemde yanacaksın evlat !
bende yanacağım !
ben sana bunları öğretiyorum diye yanacağım evlat !
ben zaten öğrettiğim için hep yanıyorum
kalbime aşk'ı öğrettim ; yandım
gözlerime seni aşılamayı öğrettim ; yandım

ben hayata başlarken yandım evlat
en iyisi sen kendine yeni bir peygamber bul !



burak/dinçay

14 Mayıs 2010 Cuma


Daha uyanmamalıydık masallardan.Ne zaman bitti o eşsiz ormanlar, yollar? ne zaman ayrıldı yolları şehzade ile ipek kızın? ve ne zaman vazgeçti yakışıklı prens yüzyıl uyuyan güzeli uyandırmaktan? Ne zaman yoruldu aladdin lambasını ovmaktan? iyilik perileri, sevimli cinler şimdi neredeler? Daha uyanmamalıydık...Masallar hep o renkte ve aynı inandırıcılıkta kalmalıydı kalbimizde.Bir şey oldu, bir yerlerde.Büyüdük mü küstük mü birşeylere ne; inanmaz olduk masallara.Dinlemez olduk ve anlatmadık bir daha.Belki anlatılacak masalımız kalmadı, çabuk yordu hayat bizi.Oysa ne güzeldi küllerinden yeniden doğan Anka kuşu, Kaf dağının ardındaki o gizemli ülke, lal bir oba uşağı ile güzeller güzeli bey kızının başkaldıran sevdası.Nasıl özlüyoruz geçmişi...Neden özler ki insan? Hele birde mutsuz bir çocuksanız...Çocuktuk çünkü.İnanıyorduk.Köprüler geçmemiş, aldatmamış, aldatılmamış, bedeller ödememiş, ayrılık ve hasret mektupları okumamıştık.Ve dizlerimizi kanatmamıştı henüz hayat.İnanıyorduk, duruyduk, saftık, çocuktuk.Şimdi anlatacak bir masalımız bile yok, bir köşesine sığınacak...

İclal Aydın

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Narkoz Gibi Bir İhanet

Kırmızı şarap değil; narkoz gibi bir sevda damlıyor, şeffaf bir şarap kadehi olmuş dudaklarından! Ve narkoz gibi bir ihanet sunuyorsun bu gece bana… “10’a kadar say sevgilim” diyorsun; derin derin nefes al…”

bir:

Yeni bir metresle, eski bir aşka başlar gibi uyanıyorum artık her sabah ve duman duman gözlerimin önünden acı dolu bir karmaşa akıp gidiyor… Gözlerimden fışkıran hiddet ve öfke sanki bir katile saplanan pis bakışlar gibi saplanıyor içime!

iki:

Tek sıra dizilmiş de Eros’un pegasuslara binmiş süvarileri, uçlarına gözyaşından barutlar sürülmüş kan okları atar aşıkların gözbebeklerine…

Sokaklarda cirit atan huzursuzluk aşıkların avuçlarını kör bir jilet gibi kesmekte… İlikleri inim inim titreten gecenin matemi kim bilir daha kaç intihara gebe?

Haykırıyorum gece gece kudurmuş varlığına! Bırak bari İstanbul tanık olsun damarlarıma zerk ettiğin ızdıraba!

üç:

Bak, şu acının her açısını derece derece tavaf etmiş avuçlarıma bak! Şu hasretten tenime silinmez mürekkeplerle kazınan kedere bak! Şimdi hangi âlim yapar suskunluğumun tabirini?!

Gözbebeklerimden tebdil-i kıyafet dolaşan bir kıyamet olup süzülen şu mısralar, hangi kavmin günahıdır? Hangi cesur peygamber üstlenir uyarmayı artık, sesimde cirit atan kâfir zümreyi?!

dört:

Avuçlarımdaki acıya bak! Şimdi ben, nereye dökeyim bu acıyı? Hangi okyanusa boşaltsam, taşıyabilir bu sancıyı? Hangi yıldız şaşırmaz yörüngesini? Hangi kara delik çekebilir avuçlarımdaki kahrı?! Şimdi ben bu acıyı nereye dökeyim, nereye saçayım, gözbebeklerimin hazine arazilerine durmadan gecekondu mahalleleri kuran bu mafyavari kederi?

beş:

Gözlerimden fışkıran renkli dumanların önünde acılar sanki resmi geçit yapıyor… Öyle bir bakıyorsun ki; sanki gökyüzünde yeni bir yıldız doğuyor…

Kime baksam, sana benziyor! Öyle kötü bakıyorum ki insanlara kimin yüzüne baksam, beni deli sanıyor!

altı:

Yitirdim yüzünü ilmek ilmek… Önce anılar yitti birer birer sonra da kırık dökük sözcükler… Üç noktalar yitti sonra, yitti gitti,yitirilen uygarlıklar gibi şiirler…

yedi:

Gözbebeklerine çöreklenen yalan, sana Havva’dan, Havva’ya Âzâzil’den miras! Bakışlarında gün geçtikçe, gayri meşru bir çocuk gibi büyüyor ihanet!

sekiz:

Peri perdeleri ile örtüp yarım bırakılmış şiirlerin üstünü, içimde çıkarttığın tüm yangınları gözbebeklerimde söndürüyorum!

dokuz:

Kiramen Katibin meleklerim bile ilk kez şahit oluyorlar böyle bir çıldırışa! Parçalanıyor her an biraz daha sızlaya sızlaya Cahiliye Devri putları gibi, içime zamansız çöreklenen yalancı tanrıça!

on:

Ve şimdi bir küfür olup sızıveriyor adın dudaklarımdan sokaklara! Sabah erken uyanan insanlar, ilk kez tanık oluyorlar bir şairin intiharına!

Durma! Biraz daha ölüm ver bana, biraz daha intihar koy meze tabağıma! Yetmiyor kanıma karıştırdığın narkoz bu ihanete katlanmaya…


Rahmi Vidinlioğlu

11 Mayıs 2010 Salı

AŞK .............AŞK



Annesinden dayak yediği halde yine de "Anne" diye ağlayan bir çocuktur 'Aşk'..


Şevkat Yıldız

Kırmızı Hack !



Ne güzel çiçekler onlar öyle, odunluğunla adeta çelenkleşmiş!

Çok incesin teşekkür ederim. Oysa ben sadece bir baltaya sap olucağını

sanırdım nazik bedeninin. Yine şaşırtmayı başardın beni ya aşk olsun!

"Hiç mi kızarmaz yüzün ? Manda derisi derdi dimi eskiler ?

Hani aşındır aşındırabilirsen dedikleri..."

Sol yanımda bıraktığın boşluğa yamaladım sarf ettiğin sıfat tamlamalarını..

Lütfen! Bu sefer sıfatlar benden!

Zehirli dilin ne zaman bana aşktan bahseder oldu? Anladık dilinin kemiği yok!

Elimin hamuruyla olan işim bittiğinde ona da sıra gelecek..

"Sahileşme şimdi yalanlar bir saat uzatıldı!"



Şevkat Yıldız

9 Mayıs 2010 Pazar

Gül Yaprağı


Benim hiç sapanım olmadı anne,
Ne kuşları vurdum,
Ne de kimsenin camını kırdım...
Çok uslu bir çocuk değildim ama,
Seni hiç kırmadim, hep boynumu kırdım.
Ben hayatım boyunca
Bir tek kendimi vurdum!

Suskun görünsem de
Fırtınalı ve mağrurdum anne.
Bir mızrak gibi,
Aynada hep dik durdum anne!..
Ben sana hiç bir gün laf getirmedim,
Leke sürmedim.
Ama göğsümü çok hırpaladım,
Kalbimi çok yordum...
Ben hayatım boyunca, en çok kendimi sordum!

Benim hiç sevgilim olmadı anne,
Ne bir yuva kurdum,
Ne bir gün şansım güldü.
Öpemeden bir bebeğin gidişini,
Tükendi gitti çağım.
Kimi yürekten sevdiysem,
Yüreğini başkasına böldü.
Bir muhabbet kuşum vardı,
O da yalnızlıktan öldü.

Sen beni göğsünde
Hep acılarla mı soğurdun anne?
Yoksa evlat diye,
Koca bir taş mı doğurdun anne?
Eziyet degilim, zahmet değilim,
Musibet hiç değilim;
Bir senin mi balına sinek kondu, söylesene!
Doğurdun da beni,
Ne ile yoğurdun anne?

Benim hiç hayalim olmadı anne.
Ne seni rahat ettirdim,
Ne kendim ettim rahat...
Bir Mutluluk Fotoğrafı Bile Çektirmedi Bu Hayat!
Kaybolmuş bir anahtar kadar
Sahipsizim anne.
Ne omuzumda bir dost eli,
Ne saçımda bir şefkat.

Say ki yollardan akan,
Şu faydasız çamurdum anne.
Say ki ıslanmaktım, üşümektim,
Say ki yağmurdum anne!
Bunca yıldır gözyaşlarını,
Hangi denizlere sakladın?
Oy ben öleyim,
Sen Beni Ne Diye Doğurdun Anne?

-Alıntı-

kırdığın testilere oturtulacaksın bir gün..!


düşlerimin rotasını şaşırttın.
hiçbir baltaya sap olamamışken,
nasıl dünyanın hakimi gibi davranabilirsin ?
"sevmek" ve "tek" kelimeleri bu kadar yabancıyken sana ,
nasıl o iki başlı yılan diline yakıştırıp da seviyorum teksin diyebilirsin ?
yenen yemeği bile kusma ihtimalim varken,
şimdi ben seni nasıl ? nereye kusacağım ?
hiç mi kızarmaz yüzün ?
manda derisi derdi dimi eskiler ?
hani aşındır aşındırabilirsen dedikleri cinsten...
seni hangi hamama götürüp çitilemeli ?
pardon ! hangi marangozhanede zımparalamalıda arınasın lekelerinden ?
iki kelimeyi bi cümleye sığdıramayan zehirli dilin ,
ne zaman sıfat tamlamaları konusunda bu kadar usta oldu ?
bas bas istemiyorum dediğin birine nasıl 10 gnde köpek oldun ?
bir harem ağasıyla bir mi tutuyorsun kendini ?
unutma harem ağalarını da hadım ediyorlar !
sol yanımda bıraktığın acıyı hangi acı ölçerle ölçsem yüksek dozdan müebbet yerim ?
üzerinden geçmeye hazır olduğunu sandığın her dişi de biliyor ki,
sebzeyle sex olmuyor !
maç izlerken densizleşen biri gibi belden aşağı vurabilirim !!!
avazıma haddini bildirip kulaklarını tırmalayana kadar ,
yüzüne "aşağılık bir adam" olduğunu haykırabilirim !!!
daha kaç kere kulaklarını çekmeli ?
ulu orta ibreti alem kaç kez tek ayak üzerinde tutulmalı arsız bedenin ?
biraz ar namus barındırsın isterdim o lanetli gözlerin !
sana batırdığım iğneler haram,
kendime batırdığım çuvaldızlar yatağın olsun !

unutma su testisi su yolunda kırılır
kırdığın testilere oturtulacaksın bir gün !!!

B-H