BLOGGER TEMPLATES AND TWITTER BACKGROUNDS »

4 Mart 2010 Perşembe

ALEM ELMASI

BENDEN alaca gökyüzü
tıkalı bir coşkunluk halinde baktığım
avuçta emaneten duran yeryüzü-ğü
t-aktığım
önemsenmeli mi aradaki boşluk
seçemiyorum artık kendimi
diğerlerinin gözlerinde
bekliyoruz uzakta, yıldız ve ben
ardımızda kendimiz kadar bir karanlık taşıyoruz
önümüz aydın
bir yangını emiyor susayan ağzım

BAKILINCA yaratandan herşeye
dağılan ve toparlanıveren
herşey, bu masa bile, gizle dolu
gözümle yerle bir olan elma
sonra elimle soyduğum kabuklar
dişlerimle kesip ağzımda tuttuğum
ıslak yeşil bir kokuda sessizce duran parça
ve elimde kalan büyük kısım
sağlam, konuşkan, hür
ağzımla yaşlanıyor sözcüklerim
uzun yolun kısasıyım
gülüyorlar halime
aklımda gittim hep
nereye gittimse

HANGİ içerik tarif eder biçimi ?
korkularıma güvenerek sonunda iki hiç oldum
sınırlarımda gezindim
dibe doğru ve aksi yöne
kaskatı dokunuşlarla dünümü bıktırdım bugüne
kendime yitmiş bir hayal gibi baktırdım
kim bu yabancı?
nefes alıp nefes veren
almak ve vermekten söz eden
saatler..
unutulan anadiller gibi masada kalmış susam taneleri
birbirine dokunan iki bacak
birbirine aynı bedende dokunan iki bacak
onlara batan bir dirsek
saatler..
ölü saatler
ve diri
kavrulan bir sarı leblebi gökte
ve kavuran..
ısınan yabancı
ellerini boynuna tutuşturup
çıplak ten kabuğumu ısıya yalatan, karartan
kim, kim bu yabancı?
yara bağlamanın, kabuk bağlamanın
iki hiçi birbirine bağlamanın sıkıntısı
varlık duru söz kuru
ve işte sınırlarımı belirleyen biçim
biraz tırtıl, biraz kelebek
bitmeyen seçim


UÇURUM sen söyle neydi bize olan ?
yüksekten görünen
alçağı yaratmaya etken değilse neydi ?
kırılmanın şiddeti parçalara ayırmadı
azaltıp durdurdu
tek parça görünmede bile zorlama bir varlık
gölgesine bakan bir gölge ...
belki bu şiddetin kırmayıp
yalnızca büktüğünü varsaymalı
doğrulmayı arzulatacak, ah tam ortadan
uzun ve derin bir bükülme değil
önemsizliğinde unutulacak
küçük bir form bozumu
deforme olan yaşam biçimine alıştıran
ısındıran bir büküklük
kenardan
kısacık


SIĞ sulardan aydınlık bir boşluğa savruluyorum
gri damarlı eflatun bir çiçekten üflenerek
beklentiliyiz avuntuluyuz bizler
böyle diyor ince bir kız ağzı eski bir şiirden
kim bilir hangi kızın bu ince ağız
yıllar arttıkça yüzler çoğalıyor
kimi, neyi bekliyor bu ses
bu ses
eski bir divanın temizliğe itilişi
mor yeşil baklavalı örtülerin gıcırtılı rutini
yada belki kayıp bir nesneyi bulmaya uzadıkça uzuyor kolum
parmaklarım örümcek çevikliğiyle divan altında
tozları yutarak ilerliyor
bulmayı arzuladığı nesneye yaklaştıkça
itilme şiddeti artıyor divanın
itiliyoruz bizler, diyor ağız
bir beklentiden bir diğerine doğru
zemin ıslak
kayıyoruz
düşmeye yakın tutulup bazen
kayırılıyoruz!
koşup dışarı çıkıyorum
sakız esnekliğinde tükürüğe boğuluyorum parklarda
zaman çocuk
zaman ölü eti
şişen
şişip kendini geçen
biçiminden taşıp sonunda patlayan dünyamın beyaz yalanı
benzemiyorum ki kendime
daha kayganım
akıcı bir üsluba doğru dibe çekilerek taranıyorum
bu beyazlık çok soğuk
beyaz damarlı beyaz bir çiçekten
üflenen karlaşmışlığım artık!

(elim, ağzım ve elma
donarak dağılıyoruz...)


Güliz Kerse

0 yorum: