BLOGGER TEMPLATES AND TWITTER BACKGROUNDS »

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Söz Cinayet Kadar Çekiciydi

kent süngü yarası almış acı akıyordu
kurum gibi ağlamalar geliyordu sur içlerinden
fotoğrafların çığlıkları caddede birikmiş
ve sloganları bitmişti

iki adam duvarlara kostik sürüp
afişle kapatıyordu kentin sızısını
suyu Allahın elinden almışlardı
/su parayla satılıyordu
ben afişe bakıyordum

(afişte kız erkeğin beline arkadan sarılmış
açmıyordu ellerini
yüzünün yarısı yoktu)

çiftçi karılarının böyle afişler hiç görmedikleri
için helak etmiştim kendimi
okumaya geç kalmıştım ingilizce bilmediğime üzülüyordum

erkeğin çerkez olduğunu düşünüyordum
mersin’den artist çıkmaz diye diretiyordum kendime
siz şimdi göksel arsoy’a ağrılı der misiniz

bu hem kör hem zenci olmak gibi bir şey

fotoğrafların çığlıkları caddede birikmiş
ve sloganları bitmişti
ben şaşılacak kadar ekmek kokuyordum bankacılara
sahtekârdı bankacılar
karılarının elleri bacaklarından güzeldi
paraları gibi sevmiyorlardı çocukları
askere gitsin istiyorlardı
cemselere dayamışlardı sırtlarını

sarıkamışlı fotoğrafın çığlığını tanımıştım
üstünde kar ve orman sessizliği vardı
tam yanında koyu rujlu kadın fırça bıyıklı adamdan
korktuğunu gizliyordu rugan çantasına

bir salı yalnızlığıydı /tütün kutsal nurdu
ışığın gözleri önünde sevişmezsem burnum kanardı
anlıyordum trak diye kaba etlere soyunan
o copların gözetiminde olduğumu
sevişmiyordum
omzumdan öpecek sevgilim yoktu
tütünsüzdüm
fotoğrafların çığlıkları caddede birikmiş
ve sloganları bitmişti
kalın gözlüğünden sırık gibi uzun bakan adam
-ben yozgatlı’yım mevsim değişsin istiyorum
dizimiz dirseğimiz sıyrılacaksa bu hapisten
kaçarken olsun- diyordu
söz cinayet gibi çekiciydi
adamın elinde eşarbına ağzını gizleyen bir gül vardı
memelerini pis adamlara sunan kadınlar önlem alıyorlardı
akşam sofrasında sevişmelerine
onurlu anneler karanfille giriyordu alana
oğulları kayıptı
onların akşam sofralarında bir iskemle hep boştu
beklenen gelmezdi tabağına tuzboran gözyaşı konurdu
tarihçiler gündüz gözüyle korkuyorlardı
it gibi sinmişlerdi
dağlara sakladığımız ağustos’u ihbar ediyorlardı panzerlere
polislerin üç gözleri vardı birinin adı g-3’tü
ve hayatımın gülkanı arkadaşlarım ölüyordu
gün bitiyor şairler öpüyordu
kerime nadir gibi ağlayan kadınları

çini mürekkepli kalemle göğsümü kuşlara imzaya açıyordum
bütün şairler cehenneme gitsin diye
yine de kentli firavunların karşısında
şiire bulaşacak kadar haindim

aklım yolcuydu
seyit rıza’yı geçip babek’e varmıştı
osmanlı’ya kadar siyah ağlamıştım
hiç kimse polis otosunun üstündeki
mavi ışık kadar üzgün değildi

dünyalı bir cilt vardı yüzümde
alnımda pirinç gibi beyaz bir emek
kirletmedim
kirlenmedim
o çocuklardan ölmek üzere ayrıldım

ankara yüzünden intihar ettim.

Öztürk Uğraş

0 yorum: