BLOGGER TEMPLATES AND TWITTER BACKGROUNDS »

23 Kasım 2009 Pazartesi

Dert Dildendir //Cavit Mukaddes

Dert dildendir,
Ol dildar, ( gönül koruyucu)
Kim demiş elindendir dadımız, sonra feryadımız...

Öyle bir gözünüz olsun isterdim ki,
Bin mercek onun yanında cılız kalsın, nasıl mı?
O uzak kasabanın bilinmez köşesinde resim sehpasını kuran
Van Gogh üç adet çınar ağacı çizer.
Ağaçların üzerinde aniden yıldızlar belirir...resim biter.
Yapıtı ilk izleyen meraklı iki göz sadece gördüğü ile yetinerek: “ gökteki onca yıldızı aşan bu çınarları kim dikti bu görüntü karesine?” diye sorar.
-“ Bu ağaçların yanına oturdum ve amaçlarını dinledim.
Ağaçlar bana, kendilerinin aslında dünyanın yıldızlara ulaşama arzusu olduklarını söylediler”, diye karşı tarafın kavramakta güçlük çekeceği bir yanıt verir Van Gogh...

“an” sorunu, o “an”ı kavramak, yorumlamak,
ardından “anlık” bahrında garip bir mahi ( balık)
olmak nasıl bir şey?
Anlama yetisi mi?
Belki.

Skolastik felsefenin “intellect” olarak karşılaştığı bu kavram modern felsefede, ayrı
dillerde ayrı karşılıklar bulmuştur.
Sonuç olarak anlamgücü bendeki, sizdeki fikirlere yönelir, ne tuhaf ki fikirler okyanus genişilğinde olamayacağına göre onun işi de sınırlıdır!
Konuyu Leibniz, Schopenhauer, Spinoza ( Spinoza düşünce fırtınalarında bu anlık meselesi doğru kavrama yetisi olarak belirir), hatta Kant gözlükleriyle de irdeleyebiliriz, ama bana en yakın duran izlek elbet ki “Hayyam ” bakış deneyselliğidir.
Furuğ’un deyimi ile bu kısıtlı sayfanın hafızası elverişli olmadığına göre, yağmurlu bir bahar gecesinde sadece etrafınıza kuşlardan bir hale çevirerek ve “omuzlarınıza gece düşlerinin” dokunuşlarını bırakarak ve ‘ sorsalar mağdurunu gaddar kendini göster’ diyerek, karşımızda kim olursa olsun, hangi nesne, hangi kanat, hangi tekil varlık hiç fark etmiyor... maksudu olanı bilmek için adem-i müdam olmalı (rumi: insan sözcüğünü genelde tercih eder, benim adlandırdığı “adem” ise o ilk sözcük, şiir’e delalet eder, yoksa gösterilenin görüntüsü olan suret-i “adem” değil amacım) nidası duyulsun derim....

Belki de bugünlerde gelmesini, dingin olmasını dilediğim candaki can bilgeyi Sumer’lerden kalma bir kil tablet üzerindeki o antik dönem Annenin sesi, yorumu ve neden yalnızlığın (şayet) çoğalmaması gerektiğini yeterince açıklıyor:

“ Oğlum, gökten bir yıldız gibi önüne düşüp yerinden kımıldatamadığın, herkesin öptüğü,
senin de üzerine bindiğin ve halkla birlikte bana getirdiğin ve ben onu seninle bir tuttuğum taş, sana senin kadar güçlü ve ayarında bir dost geleceğini, onu seninle bir tutmam da onu senin kadar seveceğimi gösterir” dedi...

O pak Anne’ye sabır dilerim... ‘Vakti şadi de gelir, mevsim-i mihnet de geçer” diyerek....
O gelecek ve avlundaki ayva ağacına asılı aynaya mutlaka koşacak…
Aklın da ayna olduğunu kim söylemişti sahi? “Akıl da aynadır. Demirden (taştan, camdan) ayna yapan aynacı, onu parlatmak, ayna haline getirmek için ona çok eziyet etmededir de, bu yüzden olacak, ayna bizi istemiyor, bize gelmiyor, hep biz onu elimize alıyor, ona bakıyoruz. 0 bize şunları söylüyor ama, kulaklanmız gaflet pamüğu ile tıkalı olduğu için duyamıyoruz: "Ey insanlar, ben sizi sizsiz isterim."

Baki Hürmetler

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Bu yazarın başka yazısı var mı? içimi serinletti.
Rana Gökberg