BLOGGER TEMPLATES AND TWITTER BACKGROUNDS »

23 Kasım 2009 Pazartesi

Viral Akıntılar... II. Bölüm

Devasa perde açılıyor

dekor malzemesi haline dönüştürülen bedenler: birey, yurttaş, kişi, özne, devlet, ve özgürlük olarak çıkarlar sahneye… sahnede bedenleri olağanüstü devingen kılan şey kostümleridir… oyun başlar:
birinci perde: de seyirciler ikiye ayrılır:
a) daha önce düşünülür dünya olarak belirlenen düşünenler topluluğu
b) yetkin olmayan insanlar topluluğu

ikinci perde: de toplumsallık – toplum dışılık kant tarafından vurgulanır; genel insan kavramı yoğun olarak işlenir

üçüncü perde: de hegel, marx, lucas’ın görüşleri öne çıkar: gelecek umudu

seyirciler genel insandan / tarihsel insandan bahsederek salonu boşaltıp dağılırlar sokaklara….


İnceliği sürdüren şiirdir şair değil

zamanın bizde bıraktığı izlerle yol alıyor düşler… ağaçlara ve yollara tanınan şans zaman aşımında… camiler, kiliseler, müzeler ve parti amblemleri modernitenin gölgesinde avuçluyor yüzlerimizi…
ne kadar çok benziyor insan insana…

ayrıcalıklar ve güçler; yer ve zaman sınırları içinde çoğalıyor seçtiğimiz sözcüklerle…
en çok kimi görmeye alışık insan?.. kendi hayatını, hayatları, hayatsızlığını mı?.. kimde görülmek istiyor insan?.. ben’de, başka’da, öteki’de mi?..
sözcüklerin gerçek iletisi nedir?.. dil düşünceye eşlik eden şeyse, dili aktarımın aracısı olduğunu düşünenler neler söylüyorlar şimdilerde… oysa sözcükler varolduğundan beri yanıltıcı olduklarını anlamak çok mu zor?.. bunun farkına varan bir tek şairler olduğu için mi sevilmiyorlar ya da ciddiye alınmıyorlar?.. oysa şairler hiçbir insanın (felsefeciler hariç) yapamadıklarını yapıyorlar; çünkü onlar yaşamları boyunca sözcükler ve imgeleriyle hep bir iç diyaloga işaret ederler… gönderecekleri ve gönderdikleri iletiler her zaman dibin akıntısındadır… akış içinde yakalayan ve yakalanan gizli akıntıları izlerler… hayatın uyumundan çok iç uyumun boyutlarına sevecen yolculuklar yaparlar…
sözcüklerin dişlerini beynine geçirmeye çalışan ve yakıcı gözleriyle gövdelerine tutunan şairlerden başka kim var ki?..
“şair sürekliliği olan gelecekle kesişecek bir dili, bir düşünce tarzını önceden bulmak zorundadır.”

bir şair en çok neyi görmek ister; şiiri mi şiirini mi?..

bir gün, bir saat, bir ay;
hepsi birbirine çok benziyor

öfke ve sevinç; --sevecen kaldığı sürece—sözcükler kalabalığa dönüşmeden bir gerçek aramaz mı?.. ola ki aramıyor ve sözcükler kalabalığa dönüşüyorsa gerçek nasıl bulunacak ya da bilinecek…
hayatlarımızı, düşlerimizi ya da aşklarımızı birilerine kabul ettirebilmek için töresel konuşmalar yapmak zorunda mıyız?..
iyi ve dil arasında kurduğumuz ilişki ya da bağ ikna yöntemlerimizden biri olabilir mi?..
ihmal edilen soruların tamamlayıcısı olan yanıtlar insanda neyin / nelerin sınanmasıdır?.. hazır tutulan yanıtların gerçeği hedef almadığını ve bu yüzden olumsuz çağrışımlarla duyulan hayranlık gösterilerine neler demeli?..
alan yaratmak ve alanı genişletmek böyle bir şey galiba…

emredilen törelerin yaşamı ne kadarı günceldir?.. gündelik hayatın güncellik adı altında hayret uyandırıcı karşıtlar yaratmadıkça törenin bir nokta gibi sürekli çoğalması ve çoğaldıkça kategoriler oluşturması anlaşılabilir mi?
tutku ne tür bir mekân kavramıyla oturur / yerleşir şiire?..
ne tür olasılıklarla?..

çöpünü sakla izini kaybet

emredici akılların somut güçlerine dair inançlar, kurallar silsilesinden başka bir şey değil…
başlangıçta her şey bir izdi…
iz, yasalara boyun eğmeyenlerin zarı; buna gelenek denir çoğu zaman, azı zaman geleceğin güdüsü diye söylenegelir… gelenekle büyüyen, gelişen ve onunla yaşayan insan her türlü köleliği benimsemesiyle varoluş ölçüleri oluşturur; “oluş” bu anlama yakınlığı nedeniyle elbette yeni olmayacak ve elbette sezgisel yönü de daha çok falcı ezberinden öteye geçemeyecektir…
güdüler özgür insanın hammaddesiyken geleneğin malzemeleriyle misyonlarını koruyacaktır…

çünkü gelenek en uç otoritedir…
çünkü gelenek ahlâk güdüsüdür; bu yüzden devletlerin otoriteleri de burdan gelir…

toplumsal eylem bireysel düşünce

çıkarlara ve zevklere rağmen sınırlara yürümenin cezaya dönüştüğü dönemler henüz bitmiş / kapanmış değil… aksine daha da gücünü arttırarak meşruluğunu sürdürmeye ısrarla devam etmektedir…

cezadan daha fazla suç değilsem ait olduğum aidiyetler içinde bir kurbandan başka bir şey değilimdir…
kuralların yerine getirilmesi, alışkanlıkların sürekli tekrar edilmesi vaat edilen dert ve sefaletten çıkmanın yolları aranmadıkça her şey gözden kaçıyor / kaçırılıyor demektir…
kurallar ve vaatler hiçbir zaman insana sorulmaz ve de sorulmamıştır…


ben’ini aklında ve dilinde bir sakız gibi kim daha iyi çiğner / çiğniyor / çiğneyebilir?!.





Salih Aydemir
"ÖTEKİ-SİZ" Dergisi Ed.

0 yorum: